29 Mayıs 2012

3 Kadın ve 1 Hikaye


 
Bu hikaye kadın, erkek ilişkilerine ve birçok batıl düşünceye kaynak olduğu düşünülen, kökenleri çok eskilere dayanan bir inanışın farklı versiyonlarından birisidir..

Tanrı topraktan Adem ile Lilith'i yaratır, cennete yerleştirir. Ancak yarattığı kızıl saçlı, beyaz tenli kadından o kadar etkilenir ki ona kendi gizli adını söyler.

Lilith, Adem'le aynı topraktan yaratıldığına göre eşit olmaları gerektiğini savunur. Adem ise Lilith'i kendisine hizmet etme konusunda tembel ve isteksiz olmakla suçlar.

Adem cinsel ilişki sırasında Lilith’in sürekli altta olmasını istemekte, bunu kadına üstünlüğünün gereği olarak görmektedir. Lilith ise bu pozisyonu aşağılayıcı bulmakta, kendisi üstte olmayı istemektedir.

Lilith Adem’in kendisine hükmetmeye çalışmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Sonunda birlikte yaşamalarının imkansız hale geldiğine karar verir ve Tanrı'nın söylenmemesi gereken adını anarak göğe yükselir.

Cennette yalnız kalan Adem, Lilith'i geri getirmesi için Tanrı'ya yalvarır. Tanrı da üç meleğini Lilith'e elçi olarak gönderip "evine dön" çağrısı yaptırır. Lilith ise kesinlikle geri dönmeyeceğini bildirir. Melekler geri dönmemesi halinde her gün yüz çocuğunu öldürmekle yükümlü kılındıklarını söylerler. Lilith yine kesinlikle geri dönmeyeceğini bildirince melekler Tanrı'nın buyruğunu yerine getirir.

Lilith duyduğu acıyla bundan sonra Adem soyundan gelen bütün insan yavrularının, hamile ve doğum yapmakta olan kadınlarla bebeklerin baş düşmanı olmaya yemin eder. Erkek çocuklarının doğduktan sonra ilk sekiz günü içinde, kız çocuklarının ise ilk yirmi gün içinde canını alacaktır. Sadece yakınında üç meleğin ismi veya sureti bulunan çocuklara dokunmayacaktır. Lilith'in yeri artık dışlanmışların arasındadır. Adem'in altında kalmak ve ona bağlı olmak yerine şeytanla ortaklığı seçer. Cinlerin kralı ile ilişkiye girer, ondan çocuklar doğurur. Erkeklerin rüyalarına güzel bir kadın olarak girip onları uykularında boşaltır ve tohumlarını çalar. Bu tohumlarla da birçok şeytani varlığı doğurur. Aynaları yurt edinir, özellikle aynaya fazla bakan kadınları kendi safına çeker.

Lilith'in dönmesinden ümidi kesen Tanrı, toz ve topraktan Adem'in ikinci eşini yaratır. İkinci eşin iskeleti, organları, eti, kası, damarları, kanı, salgıları, derisi Adem'in gözü önünde yaratılır. Ancak Adem bu kadını eş olarak alamayacağını çünkü ona dehşete düşmeden bakamadığını söyler. İkinci eş o anda isimsiz ve bakire olarak Tanrı'nın cennetine gönderilir.

Bunun üzerine Tanrı, uyurken Adem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır. Bu yeni kadın Adem'den bir parça olduğu için, ona karşı çıkamayacaktır. Havva, Lilith'e o kadar benzemektedir ki Adem uyanınca yanında bulduğu kadının başka biri olduğunu anlamaz. Onun kendisine Lilith gibi karşı çıkmayıp boyun eğmesini ise "nihayet hidayete erip yola geldi" diye yorumlar.

Tanrı, Adem ile Havva'nın cennetin bahçelerinde gezmelerine ve bahçedeki ağaçlardan istedikleri kadar meyve yemelerine izin verir. Sadece bahçenin ortasındaki elma ağacını yasaklar. Ancak Havva yılan tarafından kandırılır ve elmayı yer, Adem'e de yedirir. Tanrı, yasak elmayı yedikleri için Adem ile Havva'yı cezalandırır, cennetten kovar.

Ve esas hikaye başlar...



27 Mayıs 2012

Yüzde 4: Siz Olsaydınız?





Rızası dışında evlendirilmek isteyen genç bir kızı kurtarma şansınız olsa ne yapardınız? Amerika'da bir aile restoranında, insanların vereceği tepkiyi görmek için bir düzenek kuruluyor. Aktörlerden oluşan bir ekip, kendisinden yaşça oldukça büyük bir erkeğin 4. eşi olmak üzere zorla evlendirilmek istenen ve bunu istemediğini açıkça ifade eden 15 yaşında bir kızın hikayesini canlandırıyor, hatta bir ara genç kız özellikle masada tek başına bırakılıyor. 100'ü aşkın kişi olaya şahit oluyor, ancak sadece 4 kişi olaya müdahale ediyor. Müdahale etmeyi tercih edenler birer kahraman mı? Yoksa tepki vermek ve müdahale etmek hepimizin sorumluluğu mu?



24 Mayıs 2012

Medya ve Aile İçi Şiddet



Geçen gün televizyonda bir gündüz programına denk geldim, konusu "aile içi şiddet". Her gündüz programı gibi konuyla ilgili birkaç konuk çağırmışlar, aile içinde yaşanan şiddet ve çareleri üzerine konuşuyorlar. Yeni çıkan yasanın ne kadar şahane olduğunu, her karakolda eğitim almış polis olduğunu, polisin karakola başvuran kadını asla eşiyle barıştırmaya çalışmadığını ve çalışmayacağını anlattılar da anlattılar...

Konuyla çalışan bir uzman olarak, bu tarz programların çok dikkatli yapılması gerektiğini düşünüyorum. Aile içi şiddete maruz kalan bir kadının önüne bütün olumsuzlukları serin, ümidini iyice yitirsin demiyorum ancak gerçekçi olmakta ve gerçekleri anlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Eşinden şiddet gören, her türlü psikolojik baskıya maruz kalan, umudu ve kendine güveni stratejik bir şekilde elinden alınan kadın herşeyin tereyağından kıl çeker gibi hallolacağını zannedip de aslında hiç de böyle olmadığını gördüğünde yıkım çok daha büyük olabiliyor.

Malesef yeni çıkan yasa (6284) mükemmel değil ve bu haliyle bile henüz tam anlamıyla uygulamaya geçebilmiş değil. Yasal haklarını kullanmak isteyen bir kadının mutlaka yasal haklarını bilerek karakola gitmesi gerekiyor. Örneğin aile içi şiddet çok uzun zamandır yasal olarak kadının şikayetine bağlı değil, ancak hala daha kadın kendisi bizzat şiddet gördüğünü ifade ettiği halde "şikayetçi olmadı" diye işlem yapmayan polis var. Karakola, mahkemeye başvuran bir kadının nelerle karşılaşabileceğini bilmesi ve karşılaştığı durumlarda ne tür tepkiler vermesi gerektiğini öğrenmesi gerekiyor.

Her karakolda aile içi şiddet eğitimi almış bir polis var mı? Hiç bilmiyorum... Ancak polisin "gitmek zorundasın" denilerek bu tarz eğitimlere gönderildiğini, istekli olmadığı için eğitimden hiçbir verim almayan polislerin olduğunu, istekli ve eğitim almış polislerin iki gün sonra alakası olmayan bambaşka bir göreve verildiğini biliyorum. Yeni çıkan yasayla bazı şeylerin değişip değişmediğini zaman gösterecek. Mevcut durumda birçok polis malesef aile içi şiddete maruz kalmış bir kadına nasıl yaklaşması gerektiğini hiç bilmiyor. Her gün eşiyle barıştırmaya kalkan, şikayetçi olursan daha kötü olur diyen, çocuklarına tek başına bakabilecek misin diye soran, bunların hiçbirini yapmasa bile en hafif haliyle kadına ilgisiz ve soğuk davranan polislerin haberlerini duyuyoruz. Erkek şiddetine maruz kalan, otorite ile sorun yaşayan, yardım alacağına dair inancı olmayan ve öz güvenini kaybetmiş bir kadının polise gitmesi çok ama çok zordur. Eğer bu cesareti gösterebilmişse, bu kadına karakola adımını attığı andan itibaren ciddi bir destek sağlanmalıdır. Bu destek karakollarımızda mevcut değil, öncesinde bu kadın maruz kalma ihtimali olan olumsuzluklar konusunda uyarılmalıdır. İstemiyorsa barıştırma çabalarını kabul etmek zorunda olmadığı, polisin yorgun veya tükenmiş olabileceği, dolayısıyla kendisine ilgisiz davranıldığını düşünürse bunu kişisel algılamaması gerektiğine dair bilgilendirme mutlaka yapılmalıdır.

Bunlar malesef sadece bir kısmı...

Aile içi şiddete maruz kalan bir kadın kendisi için birşeyler yapmaya karar verdiyse, bu yolda önüne çıkabilecek her engeli adım ve adım bilmelidir. Böylece gardını alabilir ve kendinde zaten varolan gücü hatırlayıp güvenini tekrar kazanarak yoluna devam edebilir. "Herşey şahane olacak" diye bu kadını tek başına yoluna gönderirsek, karşılaştığı ilk olumsuz durumda şiddet gördüğü ama en azından yıllardır bildiği ortama geri dönmesi muhtemeldir.




22 Mayıs 2012

Öfkenin Faydaları ve Zararları


Öfke, “bir şeylerin değişmesi lazım” mesajını net bir şekilde vermek için tasarlanmış güçlü bir duygu, adalet ve eylem için acil bir yakarıştır. Tehdit veya hakaret karşısında sergilenir. Hırçınlık, hışım, kızgınlık, sinir, agresyon, asabiyet, hiddet, nefret, saldırganlık gibi farklı şiddetlerde yaşanabilir.


Öfke mekanizmasının evrim sürecinde hayatta kalmasının nedeni, yaşamsal anlamda sağladığı faydalardır;
  • Öfke bize bir şeylerin değişmesi gerektiğini söyler.
  • Kızgınlığa neden olan şeyin yapıcı bir şekilde değiştirilmesi için motivasyon sağlar.
  • Yapılan bir haksızlığı yapıcı bir şekilde düzeltmek için motivasyon sağlar.
  • Adalet duygumuzu harekete geçirir.
  • Kişilere bizi kızdırmak için ne yaptıklarını göstermek ve nasıl farklı davranmaları gerektiğini öğretmek için motivasyon sağlar.
  • Korkuyu azaltmak veya yenmek anlamında bize yardımcı olur ve değişimi harekete geçirmek için gereken enerjiyi sağlar.
  • Diğerlerini var olan sorunla ilgili bilgilendirmek için güçlü bir sinyal gönderir.
  • Suçluya ortada bir suç olduğunu algıladığınızı gösterir.
  • Egomuzu korumamıza ve kendimiz hakkında iyi düşünmemize yardımcı olur.
  • Ele alınması gereken bir dış uyarana verilen normal bir tepkidir.
Öfkenin en tehlikeli özelliklerinden biri, ifade edildiğinde başkalarının öfkesini artırmasıdır. Bunun yanı sıra;
  • Öfke fizyolojik olarak vücudumuzda istenmeyen hormonal tepkilere yol açar; testosteron, epinephrine, norepinephrine ve cortisol artışına sebep olur. Bu dengesiz artış, vücudumuzdaki çeşitli organlarda ve fonksiyonlarda ciddi sorunların gelişimine yol açar. Ayrıca bağışıklık sistemimizi zayıflatıp vücudun hastalıklara karşı direncini azaltır.
  • Agresif davranışlar kişisel, sosyal ve iş yerindeki ilişkilerimizi yıpratır. Başkalarının bize daha düşmanca davranmasına yol açar. Bu durumda öfke oranımız daha da artacağı için kendimizi bir kısır döngünün içinde hapsolmuş buluruz.
  • Öfke seviyemiz arttıkça çevremizdeki insanların bize karşı toleransı düşer. Kendilerini korumak için pasif-agresif davranışlar gösterir veya bizi görmezden gelirler. Bu da öfkeye konu olan konuyu çözümsüzlüğe götürebilir.
  • Öfkeli olduğumuzda genelde kendimizi daha çaresiz hissederiz. İlk aşamada bizi öfkelendiren olayı başkalarının çözmesini bekleriz, ancak bu beklentiyi öfkeyle dışa vurmaya başladıkça başkaları sorun çözmek yerine uzaklaşmaya yönelir. Bu durum bizi daha da yalnız ve çaresiz hissettirir.
  • Öfkeli davranışlar sonucunda etrafımızdaki arkadaş, eş ve yakınlarımızı uzaklaştırdığımızdan daha izole bir hayat yaşarız ve kendimizi daha yalnız hissederiz.
  • Öfkeli insanların hayattan aldıkları zevk ve genel olarak hayat kaliteleri düşer. Sosyal ortamların bir parçası olarak istenmezler ve hayata bakış açıları hayattan zevk almayı azaltan daha negatif bir hale gelir.
  • Araştırmalar öfkeyle verilen kararların sağlıksız olduğunu ve genelde kişi açısından büyük kayıplara yol açtığını göstermektedir.
  • Öfkeli davranışlar iş yerinde uyumsuzluğa, çeşitli sorunlara ve performans düşüklüğüne yol açabilir.


Kaynaklar;
www.emotionalcompetency.com
www.bilgiacikkapi.com


Öfke Yolları




Kaynak;
www.emotionalcompetency.com

18 Mayıs 2012

Futbol ve Polis



Polis, maçlarda güvenlik önlemleri alarak spor asayişini sağlamakla yükümlüdür ve polisin görevi şu konuları kapsamaktadır;

  • Takımların stada getirilişi ve stattan ayrılarak konaklayacakları yerlere intikal ettirilmeleri
  • Seyircilerin stada önleme araması yapılarak alınması
  • Kanuna uymayan seyircilerin (silah taşıma, alkol kullanma, çirkin tezahürat vb.) tespit edilmesi ve yakalanması
  • Maç esnasında oluşabilecek şiddet ve düzensizliklerin önlenmesi, oluşmuş ise bertaraf edilmesi
  • Karaborsa bilet ve sahte bilet satışı ile ilgili önlemlerin alınması
  • Stat çevresindeki trafik ve asayişin sağlanması

Bir futbol maçında görev alan polis üzerinde stres etkeni oluşturduğu düşünülen unsurların bir kısmı şunlardır:

  • Polisin saatler öncesinden stadyumda görev alması
  • Kumanya sıkıntısı, istirahat edecek yer bulamama gibi lojistik problemler
  • Saatlerce ayakta beklemekten, soğuk veya sıcaktan kaynaklanan fizyolojik problemler
  • Stres ve yorgunluk
  • Birimlerindeki hiyerarşiden kaynaklanan problemler
  • Asıl görevleri yanında ek görev olarak bu tür görevlere yazılmaları
  • İstirahatlı olmalarına rağmen personel yetersizliğinden dolayı göreve çağrılmaları
  • Maddi tatminsizlik
  • Maç görevinin yanı sıra polise yüklenen protokol seyircileri, takımlar ve hakemlerin güvenliği, güzergâh önlemleri, stadyum çevresindeki seyyar satıcıların men edilmesi gibi diğer görevler

Futbol maçında görev alacak polisin en azından şu konularda bilgi, beceri ve tutum sahibi olması gerekmektedir;

  • Futbol psikolojisi
  • Stat psikolojisi
  • Kalabalık yönetimi
  • Spor güvenliği
  • Seyirci saldırganlığı ve şiddeti
  • Müdafaa sırasında orantılı güç

Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü, Eğitim Daire Başkanlığı, Hizmet içi Faaliyetlerinin Değerlendirilmesi isimli, Emniyet Teşkilatı merkez ve taşra birimlerinin hizmet içi eğitim faaliyetlerinin istatistikî verilerini içeren kitapçıklarda yapılan incelemede, sporda şiddet konusunda hiçbir hizmet içi eğitim faaliyetinin olmadığı anlaşılmaktadır.

Polisin tutumuna yönelik bugüne kadar gelen olumsuz eleştirilerden bazıları şu şekildedir;

  • Olup bitenlerin ardından “polisin beş hatası”nı çıkarabiliriz; Stadyum psikolojisi’ni zerre kadar hesaba katmamak, biber gazı bombası kullanmayı bir alışkanlık haline getirmek ve en küçük bir gerginlik anında bile leblebi çekirdek gibi biber gazı bombası atmak, olayları engellemek amacıyla akıllıca stratejiler uygulayacak bir soğukkanlılığa sahip olmamak, olayların önüne geçmek için takım yöneticilerinden yardım almaya tenezzül etmemek, sahadaki anons sistemini kullanmak gibi modern usullere başvurmak yerine had bildirmek gibi geleneksel usullere yaslanmak (Hakan)
  • Polis seyirciyi potansiyel suçlu olarak görüyor, hoşgörü eksikliği var (Eryetkin)
  • Polisin taraftar topluluğu arasından bir şahıs alması yanlış bir tutumdur, aldığı şahsı serbest bırakması da yanlıştır (Yılmaz)
  • Stadyuma geliş ve gidişlerde, dağılımlarda insanlık ölçüleri aşılıyor. Polis konuk takımı iki saat öncesinden maça alıyor, dört saat sonra bırakıyor (Kanat)
  • Emniyet güçleri, toplum psikolojisini doğru yönetememenin örneğini vermiş ve taraftarlarımız ile girilen birebir atışma ve diyaloglar neticesinde durum ne yazık ki bu noktaya gelmiştir (Fenerbahçe)
  • Abartılmış polis sayısı, polis köpeklerin kullanılması taraftar üzerinde provakatif etkiye sebep olmaktadır, bazense polis asli görevini bırakarak taraftarlardan ziyade maçı izlemekle meşgul olmaktadır (Kıraç)
  • Tuvaletler kırılıp dökülmesin diye polis tuvalet kapılarını kilitliyor ve seyirciler mağdur oluyor (Kanat)
  • Biber gazı fırlatmaya doyamıyordu polis (Erten)
  • Polisin başlangıçta fanatiklere sıktığı biber gazı, sonunda amacı aşan hale dönüştü. Sınırsız gaz kullanma eğilimi işi çığırından çıkardı. Sıkılan gaz yalnızca göstericilerle sınırlı kalmadı ve bütün stat gaz bombası altına girdi (Gazeteci yorumları)
  • Polis, Türkiye’deki “holigan” profili ile ilgili çalışma yapmıyor (Sarıçiçek)
  • Stadyumlarda iç güvenlik ve kontrol polis elinden alınarak iyi eğitilmiş, yansız ve ehil özel güvenlikler eliyle yapılmalıdır. Poliste spor sahalarında uyguladığı taktikleri değiştirmeli, sayıca daha az fakat iyi yetiştirilmiş, olaylara seyirci kalmayacak, planlı ve dengeli hareket edecek, aşırı güç kullanımından kaçınacak yöntemler geliştirmelidir (Kıraç)
  • Kolluk kuvvetleri saha içerisinden çıkartılmalı, dışarıdaki görevinde daha aktif hale getirilmelidir (Bayar)

Psikoloji alanında yapılan çalışmalar göstermektedir ki;

  • Saldırgan davranışlar ve şiddet eylemleri öfke, kaygı, korku gibi duygu durumları sonucu oluşmaktadır
  • Engellenme genellikle öfke olarak nitelendirilen duygusal bir tepkiye yol açmakta ve bu tepkide kişiyi saldırgan davranışlarda bulunmaya hazır hale getirmektedir
  • Doğrudan tahrik edilme ve saldırgan örneklere maruz kalma şiddetin psikolojik nedenleri arasındadır
  • Bir toplumun şiddeti meşru görmesi, hak arama ve çözüm yöntemi olarak kullanması, şiddeti sıradan ve günlük yaşamın bir parçası haline getirir ve yaygınlaştırır
  • Gürültü ve kalabalık gibi çevresel faktörler saldırganlık ve şiddete neden olabilmektedir

İngiltere’nin holiganizm ile mücadelesinde güvenliğe ilişkin aldığa tedbirler ise şu şekildedir;

  • Futbol statlarının modernizasyonu gerçekleştirilerek bütün statlar koltuklu hale getirilmiş, tel örgüler kaldırılmış, catering, tuvalet ve diğer servisler geliştirilerek stadyumlar eğlence merkezi haline dönüştürülmüştür. Ayrıca, statların içi ve çevresi kameralarla donatılarak güvenlik için alınan tedbirler artırılmıştır
  • Polisin futbol seyircisine karşı uyguladığı metotlarında değişikliğe gidilmiş, sert ve katı tutumun yerini pozitif yaklaşım almış, stadyum içerisinde polisin yetkileri azaltılarak bir sistem oluşturulmuş böylelikle stat içi sorumluluklar özel güvenlik görevlilerine bırakılmıştır.
  • Futbol sahalarındaki şiddetin önüne geçmek için alınan bu tedbirler ve uygulamalar çıkarılan futbola özgü kanunlar ile de desteklenmiş ve güçlendirilmiştir


Kaynaklar;
Yusuf Arıkan, Futbolda Şiddet ve Polis
Oktay Çelik, Türkiye’de Futbol Şiddeti ve Holiganizme Polisin Bakış Açısı
Erkan Kıraç, Futbolda Şiddet ve Çıkış Yolları Üzerine Bir Deneme



13 Mayıs 2012

Duygu Haritası


Duygular, sıklıkla "iyi hissetmek" ya da "kötü hissetmek" olarak değerlendirilir ve özneldir. Duygular ayrıca enerji düzeyi olarak tarif ettiğimiz uyarılma düzeyimizi artırmak veya azaltmak eğilimindedir. Aşağıdaki haritada her bir ana duygu sıklıkla deneyimlendiği iki boyuta göre kabaca yerleştirilmiştir.


Her duygunun yoğunluğu kendi içinde değişebilir. Örneğin kızgınlık, sinirlenmek ile yoğun öfke arasında olabilir. Günlük hayatta iyi-kötü ve enerji düzeyi eksenlerinde nasıl hissettiğimize dikkat ederek, duygularımızı fark etmek konusundaki yeteneğimizi artırabiliriz.

Duyguları ayırt eden iki boyut daha vardır. İlk boyut duygunun "deneyim derinliği" veya "duygusal derinlik" özelliğini açıklamaktadır. İkinci boyut ise duyguyu irade dışı veya kasıtlı olduğu ölçüde açıklamaktadır. Her bir ana duygu, bu iki boyuta göre aşağıdaki haritada yaklaşık olarak yerleştirilmiştir.


Kaynak;
http://www.emotionalcompetency.com/

Duygu Küpü

Davranışlarımızın kökeninde yatan duyguların kimyasal sırlarını çözmek için çeşitli araştırmalar yapılmaktadır. Bu araştırmalardan birinin sonucu olarak 2011 yılında Lövheim, monoamin nörotransmitterler ile sekiz temel duygu arasında doğrudan bir ilişki olduğunu ileri sürerek dopamin, serotonin ve noradrenalin düzeylerinin duygu ve davranışlar üzerinde büyük bir etkisi olduğunu belirtmiştir.


Dopamin; kalp atışlarını hızlandırır, kan basıncını yükseltir. Herhangi bir şeyi yapabilmemiz için bize istek ve motivasyon verir, aktiviteler sırasında kendimizi iyi hissetmemizi sağlar. Zevk oluşmasını, cinsel davranışları, üremeyi, süt vermeyi ve daha genel olarak beynin hormonal davranışlarını etkiler. Gece yarısından iki saat önceki dönemde en yüksek düzeyde salgılanır. Dopamin düzeyini yükseltmenin en basit yolu hareket etmektir. Dopamin hormon bozukluğunda hafıza kaybı ve problem çözmede, akıl yürütmede zorluk başlar. Dikkatini toplamakta zorlanan, aceleci, sabırsız, konuşkan, unutkan, dağınık, eşyalarını sık kaybeden, yerinde duramayan kişilerde dopamin salınımı düşüktür.

Serotonin; mutluluk hormonu olarak bilinir. Beyinde serotonin salındığında kan damarları kasılarak daralır; serotonin düzeyi düştükçe genişler. Serotonin uykuyu, iştahı, cinsel enerjiyi, ani ve aşırı istekleri düzenler, saldırgan davranış ve hayattan zevk alma ile ilgilidir. Ağrı algılama sistemini etkiler ve dinlendirici bir uyku sağlar. Sakinlik ve güven hissi verir. Serotonin salınımı güneş ışığında artar; kapalı ve karanlık yerlerde serotonin düzeyi azalır. Depresyondaki kişilerin çoğunda serotonin düşüklüğü vardır. Beyinde serotonin azalınca beyin bu eksikliği şekerli ve karbonhidratlı yiyeceklerle gidermeye çalışır dolayısıyla kendimizi iyi hissetmeye devam edebilmek için, durmadan ve daha fazla yememiz gerekir, bu yüzden serotonin azalması obezite ve yeme bozukluğuna da neden olur.

Noradrenalin; kan damarlarının kasılmasını ve kan basıncının yükselmesini sağlayan hormondur, adrenal bezden salgılandığı gibi sinir uçlarından da salgılanır. Beynin dikkat ve çevreye yanıt verme ile ilgili bölümlerini etkiler. Avuç içinde terleme, kalp artışında hızlanma, göz bebeklerinde büyüme meydana getirir. Adrenalin ile birlikte kalp atım hızını, depolardan glikoz salınımını ve iskelet kaslarına giden kan akımını artırarak "kaç ya da savaş" yanıtının temelini oluşturur. Aşık olan birinin zihnini toparlayamaması, sürekli dalgın olması ve çevreden gelen sorulara geç yanıt vermesi veya vermemesinin ana nedeni aşırı noradrenalin salınımıdır. Beyinde noradrenalin seviyesinin artmasıyla mutluluk artar, iştah azalır. Cinsel heyecanlarda da rol oynar.



Bu modele göre örneğin kızgınlık/öfke; yüksek dopamin, düşük serotonin ve yüksek noradrenalin kombinasyonundan ortaya çıkmaktadır. Dopamin ve serotonin salınımı yüksek, noradrenalin salınımı düşük olduğunda ise keyifli/sevinçli oluruz.


Kaynak;
http://www.emotionalcompetency.com/

 

9 Mayıs 2012

Sokakta Tek Başına Bir Çocuk: Siz Olsaydınız?


Sokakta Tek Başına Bir Çocuk Görseniz Ne Yaparsınız?  Abraham Lincoln; "Hiç kimse bir çocuğa yardım etmek için eğilen biri kadar uzun boylu değildir."



6 Mayıs 2012

Duygu Çemberi

Sözlük anlamı “belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim” olan duygu, Psikolog Dr. Daniel Goleman tarafından “bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi” olarak tanımlanmaktadır. 
 
Duyguları olumlu ve olumsuz duygular olarak iki boyutta değerlendirirsek; heyecan, mutluluk, neşe, iyimserlik gibi duygular olumlu; keder, üzüntü, korku, kızgınlık, öfke şiddet, kıskançlık gibi duygular ise olumsuz olarak tanımlanabilir.
 

Duyguları sınıflandırma ile ilgili en önemli isimlerden biri Robert Plutchik'tir. Plutchik, 1980 yılında duyguları belirli bir sıralamaya göre dizerek bir duygu çemberi oluşturmuştur. Duyguların 8 temel kategoride ele alındığı duygu çemberinde;
  • Duygular yoğunluk ve şiddet açısından kendi içinde derecelendirilir; endişe-korku-dehşet, huzur-neşe-coşkunluk
  • Birbiriyle komşu olan duygular birbirine diğerlerine göre daha çok benzemektedir
  • Karşılıklı yer alan duygular birbirinin tersi bir duruma işaret eder; neşe-üzüntü, beklenti-şaşırma
  • Farklı duygular birleşerek daha farklı ve geniş çapta duygular elde edilir; neşe+güven=sevgi




1 Mayıs 2012

Ben O'nu Seviyorum, O Kendini Seviyor


Narsist, özgüvenli ve karizmatik duruşu ile hayatta karşılaşabileceğiniz en çekici insandır. Görünüşüne çok önem verir ve kararlı kişiliği ile etrafındakileri baştan çıkartır. Kendini beğenmiş gözükmekten ziyade hayran olunacak bir duruş sergiler. Bir narsistle tanıştığınızda ve onunla bir ilişkiye başladığınızda kendinizi beyaz atlı prensinizi bulmuş gibi hissedersiniz. İlişkinin başında size hayatınızın en tatmin edici ilişkisini yaşatır. Konuşması ve hatta ses tonu bile etkileyicidir. Çok iyi bir gözlemci olduğu için beyninizi ve kalbinizi bir kitap gibi okur. Cinsel anlamda sizi memnun etmek için elinden geleni yapar ve bu konuda çok başarılıdır. Sürekli size olan hayranlığını dile getirir.

  
Bir süre sonra ise gerçeklerle yüzleşmeye başlarsınız... 

Sizin adınıza karar vermeye ve sizi kontrol etmeye meyillidir. Sizi değiştirmeye çalışır. İlişki ilerledikçe arkadaşlarınızdan, ailenizden nasıl olduğunu anlayamadığınız bir şekilde kopmaya başladığınızı fark edersiniz. Hayatınız onu mutlu etmeye çalışmakla geçer ama hep başarısız olursunuz. Ona “seni seviyorum” dersiniz, duymaya ihtiyacınız olduğunu bilse bile size karşılık vermez. Güzel bir sofra, romantik bir ortam hazırlarsınız ancak o normal bir akşam yemeğindeymiş gibi çabucak atıştırıp sofradan kalkar. Sosyal görünen bir yanı vardır. Dışarıya karşı dürüst, ahlaklı ve paraya önem vermeyen bir imaj çizerken aslında maddiyata dayalı, problemli, taklitçi bir yaşam sürer. Sürekli etrafında birileri vardır ancak yüzeysel ilişkiler kurar, toplulukların içine gerçek anlamda giremez, sınırları önemsemez. Kendisiyle ilgili konularda konuşmaktan zevk alır, hatta kendisiyle ilgili normalden fazla konuşur. Karşılıklı sohbet etmek çok zordur, konuşulan konu kendisiyle ilgili değilse sözünüzü keser, bir şekilde konuyu tekrar kendisine getirir. Dinlemekten çok konuşur. Çok ilgi alanı vardır bildikleri sadece başlıkları içeren yüzeysel bilgilerdir, ayrıntıları unutur. Verdiği söze ve yaptığı programa sadık kalmaz, yalan söyler. Başarı, güç, güzellik, para konularında sürekli fanteziler kurar. Kazandığından fazla harcar, etrafa para dağıtır, borç ister, bazen geri ödemez veya kazanır ama harcamaz; sonuç olarak parayla ilişkisi her zaman kötüdür. Sizinle göz teması kurmadığını fark ettiğiniz zamanlar olur. Özellikle kalabalık ortamlarda abartılı hareketleri vardır, yüksek sesle konuşur. Kendisini izlemekten zevk alır, onu her an aynanın karşısında bulabilirsiniz. Narsist bir partneriniz varsa sizi aldatır. Eşinden ayrılmak istemeyen ama sevgilisinden de bir türlü vazgeçemeyenler genellikle narsistlerdir.

Sonunda...

Şanslıysanız, yaşanılan o “muhteşem” ilişkinin aslında bir yanılsama, bir serap olduğunu anlarsınız. Sevdiğiniz kişi için aslında hiçbir anlam ifade etmediğinizi fark edersiniz. Onun, sizi egosunu şişirmek için bir araç olarak kullandığını görürsünüz.

Gitmeyi tercih ederseniz, hayal kırıklığına hazır olun, zamanında onun için ne kadar önemli olduğunuzu söyleyen eski partneriniz, sizi gördüğünde yüzünüze bile bakmayacak. Artık onun umrunda bile değilsiniz, o çoktan "onun ne kadar muhteşem biri olduğunu ona hissettirecek" yeni birini buldu bile.

Bir narsist sadece kendini sever.

 

Kaynaklar; 

Beril Yardımcı, "Sevgilimin Adı Narkisos"
Amelia McDonell-Parry, “Nine Signs That You’re Dating A Narcissist” 
Alper Hasanoğlu, "Narsist Sevgiliyle Başa Çıkma"
Sam Vaknin, "Malignant Self Love"
Dan Tomasulo, “Is Your Boyfriend A Narcissist?”
Emel Başdoğan, "O'nunla Her Şey Şahane Ama Aynı Zamanda Çok Mutsuzum"
Ann Bradley , “Are You Dating A Narcissist?”