25 Eylül 2012

Sahte Konsensüs Yanlılığı




İnsanlar kendi fikirleri, inançları, tercihleri, değerleri ve alışkanlıklarının normal olduğunu ve diğerlerinin de kendileri gibi düşündüklerini varsayma eğilimindedirler. Sahte Konsensüs Yanlılığı, bir kişinin diğer insanların kendisine ne kadar katıldığı konusundaki abartma eğilimini işaret eden bilişsel bir yanlılıktır. Normal ve diğer insanlarla uyum içinde olma ihtiyacından doğan ve kişinin benlik saygısını artırma özelliği olan bu yanlılığın derecesi kişiye ve duruma göre değişkenlik göstermektedir.

Sahte Konsensüs Yanlılığı, insanların kendi değerlerinin çoğunluk tarafından paylaşıldığı inancı ile kendi görüşlerini paylaşanların sayısını abartma eğilimini içermektedir. Ayrıca grup üyelerinin uzlaşmaya vardığı ve buna itiraz edenlerin sayısının az olduğu bir durumda kişi kendi grubunun ortak görüşünün daha geniş kitlelerin görüşü ile eşleştiğini düşünme eğiliminde olmaktadır. Dolayısıyla insanlar genelin kendileri gibi düşünüp kendi tercihlerine benzer seçimlerde bulunacakları yanılgısına düşerler.



19 Eylül 2012

Moral Kariyer




Erving Goffman tarafından ilk defa 1959 yılında tanımlanan Moral Kariyer kavramı bireyin ailesi, arkadaşları, iş arkadaşları gibi farklı izleyicilerinin gözünden yaşam öyküsünü ifade etmektedir. Kişinin başkaları tarafından görülebilen dış temsilleri ile ilişkilidir, kendini sunma performansının diğerlerinde yarattığı etkiyi içermektedir. Çevremizdekilerin sürekli olarak davranışlarımızı yargıladığına ve sosyal yaşantımızın bir tür ahlaki kariyer olduğuna dikkat çekmektedir.



18 Eylül 2012

Otistik Düşmanlık



Theodore Mead Newcomb tarafından 1947 yılında tanımlanan Otistik Düşmanlık, çatışma yaşayan tarafların ilişki veya iletişim yokluğunda geliştirdiği olumsuz duyguları ve hatta düşmanlığı ifade etmektedir.

İnsanlar hoşlanmadığı, sevmediği kişilerle etkileşimi ve iletişimi koparmak eğilimindedir. İlişkinin ilk aşamalarında kurulan yetersiz veya eksik iletişim ise ilişkinin gidişatını olumsuz etkilemektedir.

Herhangi bir çatışma, anlaşmazlık, veya karşıtlık durumu yaşandığında kişi bu durumu değiştirme kabiliyetine sahip olan bilgilerin iletilmesini azaltarak kendisini değişimden korumaktadır.

Çatışma yaşayan taraflar, birbirleri ile olan teması ve iletişimi kestiklerinde çatışmanın herhangi bir yanlış anlaşılmadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı veya zaman içerisinde diğer tarafta herhangi bir olumlu değişiklik olup olmadığı bilgisini elde edememekte, geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak sıklıkla olumsuz tahminlerde bulunmaktadır.

İnsanların birbirine karşı düşmanlığı öyle bir noktaya ulaşır ki iletişim tamamen kesilir. Otistik düşmanlık iletişimi azaltırken, azalmış iletişim otistik düşmanlığı artırmaktadır.


17 Eylül 2012

Davranış Biçimleri




Sosyal bir varlık olan insan sürekli diğer insanlarla etkileşim halindedir. Kişiler arası ilişkilerde, etkileşim sürecindeki insan davranışı pasif, saldırgan, manipülatif ve atılgan davranış olmak üzere dört farklı şekilde ele alınmaktadır.

Pasif Davranış

Pasif davranış sergileyen bir kişi kendini değersiz hissetmektedir. Duygu, düşünce ve isteklerini ifade etmek yerine kendine saklamayı tercih eder. “Hayır” demekte zorlanır, haklarını savunmaktan kaçınır, sorumluluk almak istemez. Tepki vermesi gerektiği durumda bile sessiz kalır. Diğerlerinin isteklerinin ve duygularının kendininkilerden daha önemli olduğuna inanır. Başkalarının onun adına karar vermesine izin verir. Reddedilme, kötü izlenim bırakma riskini göze alamaz. Pasif davranış sergileyerek karşısındakine “Ben önemli değilim, sen önemlisin” mesajını vermektedir.

Saldırgan Davranış

Saldırgan bir kişi diğerlerinin haklarını reddeder, duygu ve düşünceleri ile ilgilenmez. Kendi duygu, düşünce ve isteklerinin başkalarınınkinden daha önemli olduğu inanır. Başkalarının yerine karar verme eğilimi gösterir. Karşısındakilere saygı göstermez, onları aşağılar, küçümser. Böyle davranarak baskın olmaya, değer kazanmaya çalışır. Emredici, savunmacı, düşmanca davranır. Kişinin sergilediği saldırgan davranış karşısındakine “Sen önemli değilsin, ben önemliyim” mesajını vermektedir.

Manipülatif Davranış

Manipülatif davranan bir kişi kendi ihtiyaçlarını karşılamak için çevresindeki insanları kontrol etmekte, etkilemekte ve yönlendirmektedir. Gerçekte öyle olmadığı halde diğerlerinin haklarına saygı duyar gibi görünür. Duygu, düşünce ve isteklerini dolaylı yollardan iletir, imalı konuşur. Pasif agresif tepkiler verir. Karşı tarafı suçlu hissettirir. Kişi böyle davranarak karşısındakine “Ben önemli değilim, sen de önemli değilsin, önemli olan çıkar” mesajını vermektedir.

Atılgan Davranış

Atılgan kişi olumlu ve olumsuz duygu, düşünce ve isteklerini karşısındakine basit ve net bir şekilde, rahatlıkla ifade eder. Kendi ihtiyaçlarını belirleyip haklarını savunurken başkalarının ihtiyaçlarına ve haklarına da saygı duyar. Kendine güvenir, gerektiğinde “Hayır” diyebilir. Kendi kararlarını kendi verir. Davranışı başlatma, sürdürme ve sonlandırma becerisine sahiptir. Uyumlu ve karşılıklı güvene dayalı ilişkiler kurar. Atılgan davranış sergileyen kişi karşısındakine “Ben önemliyim, sen de önemlisin” mesajını vermektedir.


14 Eylül 2012

Aşkın Altı Rengi


1973 yılında John Lee, “aşkın renkleri” olarak da adlandırılan altı temel aşk stilini tanımlamıştır;

Eros: Romantizm ile uyum gösteren erotik bir aşk söz konusudur. Fiziksel çekicilik, tutku ve şehvet ön plandadır. Bu aşk stiline sahip bir kişi partnerinde denge ve uyum arar. Romantik hazların peşinden koşar. Fiziksel yakınlaşmayı biran önce yaşamak ister.

Ludus: Aşk bir oyun, macera olarak görülür ve ciddiye alınmaz. Strateji önemlidir. Bu aşk stiline sahip olan biri sorumluluk almak istemez, aynı anda birden çok ilişki yaşamayı tercih eder. Böyle bir ilişki söz konusu olduğunda partneri sıkıcı olmaya başladığında veya ciddileştiğinde kişi ilişkiyi bitirir.

Storge: Yoğun bir arkadaşlık ilişkisinden doğar, yavaş bir değişim gösterir. Partnerler arasındaki benzerlik önemlidir. Böyle bir aşık düşünceli, içten, samimi ve sıcaktır. Derinden bağlandığı partnerini mutlu etmekten haz alır.

Pragma: Mantık duygudan daha ön plandadır. Gerçekçi ve ayağı yere basan bir partner söz konusudur, duygularını kendine saklamayı tercih eder. Böyle bir aşık partnerinde tam olarak ne aradığının farkındadır. Maddiyat, eğitim, başarı, statü gibi değerleri önemser.

Mania: Çok yoğun duygusallık söz konusudur. Bu tür bir aşık genelde sahiplenici, kıskanç ve partneri konusunda obsesiftir. Reddedilme korkusu vardır. Partnerinde sadakat ve güven arar. Partnerinden ilgi görmediğinde şiddetli olumsuz duygular yaşar.

Agape: Bu stilde karşılık beklemeden vermek önemlidir. Bu aşk stiline sahip bir kişi hassas, sevecen, cömert ve fedakardır. Kendisinden çok partnerini önemser, onun için partnerinin mutluluğu her şeyden önce gelir. Son derece sadıktır.



Susan ve Clyde Hendrick’in 1980’li yıllarda bu altı aşk stilinden yola çıkarak yaptıkları araştırmanın sonuçlarına göre;
  • Eros ve Agape stilleri için herhangi bir cinsiyet farklılığı söz konusu değildir.
  • Erkekler Ludus aşk stiline sahip olma eğilimi gösterirken kadınlar daha çok Pragma ve Storgecidir.
  • İlk aşkını yaşayan gençler genellikle Mania stilini sergilemektedir.
  • Benzer aşk stillerine dayalı ilişkiler daha uzun ömürlüdür.
  • İnsanlar ilişki yaşamak için genellikle kendileriyle aynı aşk stiline sahip partnerler aramaktadır.




11 Eylül 2012

Zeigarnik Etkisi



Bluma Wulfovna Zeigarnik (1901 − 1988) tarafından tanımlanan Zeigarnik Etkisi eksik, yarım kalmış, kesintiye uğramış veya tamamlanmamış görevlerin tamamlanmış olanlara göre daha kolay hatırlanması eğilimidir.

İnsan, doğası gereği başladığı işi bitirmek eğilimindedir. Bu nedenle tamamlanmamış herhangi bir iş, görev ya da eylem tamamlama arzusuyla kişinin zihnini meşgul etmekte ve kişinin gerilim yaşamasına yol açmaktadır. Bu gerilim ise hatırlama üzerinde kolaylaştırıcı bir etkiye sahiptir.



Yüzsel Geribildirim



Kişinin olumlu iç dünyasının bir tür dışa yansıması olarak ifade edilen gülümseme, bilinenin aksine iki yönlü bir süreçtir. Nasıl ki mutlu olduğumuz ve kendimizi iyi hissettiğimiz için gülümsüyorsak, gülümsediğimiz için bir süre sonra mutlu olup kendimizi iyi hissedebiliriz.

Yüzsel geribildirim hipotezi, yüz ifadesinden gelen duyusal geribildirimin duygusal deneyimi etkilediğini, yüz hareketleri ile ilişkili duyguları harekete geçirdiğini ileri sürmektedir. Hipoteze göre, herhangi sosyal bir aktivite sırasında gülümsemeye zorlanan biri sonrasında yüz ifadesine denk gelen olumlu duygular yaşamaya başlamakta ve aynı aktiviteyi keyifli bir deneyim olarak değerlendirmektedir.

Bunu siz de deneyebilirsiniz. Şu an itibariyle ne hissediyor olursanız olun herşeyi bir yana bırakın, içinizden gelmiyor olsa bile bir süre gülümseyin ve değişimi fark etmeye çalışın.



9 Eylül 2012

Eysenck’in Kişilik Kuramı



Eysenck (1916 – 1997), kişiliği şöyle tanımlamaktadır; “Kişilik insanın gerçek veya gizil davranış yapılarının tümünü kapsar. Bunlar hem kalıtım hem de çevre faktörlerinden kaynaklanıp karşılıklı etkileşim sonucu şekillenir”.

Eysenck'in kuramına göre kişilik yatay ve dikey olmak üzere iki boyut üzerinde değerlendirilmektedir. Yatay boyutun bir ucunda içe dönüklük, diğer ucunda ise dışa dönüklük bulunurken dikey boyutun üst ucunda nevrotiklik, alt ucunda ise duygusal denge bulunmaktadır.

  
İçe dönük kişiler diğer insanlarla ilişki kurmak yerine kendi başlarına kalmak isterler. Sessiz, sakin, kapalı, karamsardırlar. Başkalarına kıyasla okuma, yazma, resim, müzik gibi etkinliklerden daha çok hoşlanır. Ahlaki değerleri önemserler. Duygularını kontrol altında tutarlar, ani tepkiler vermezler. Günlük yaşantılara önem verir, ne yapacaklarını önceden planlarlar.

şa dönüklükler diğer insanlarla birlikte bulunmaktan ve iletişim kurmaktan hoşlanırlar. Girişken, sosyal, cana yakın, konuşkandırlar. Heyecan verici ve riskli olaylardan keyif alırlar, hareketlidirler. Gülmeyi ve eğlenmeyi severler, neşeli ve iyimserdirler. Duygularını kontrol altında tutmakta zorlanırlar.

Nevtorik tipler aşırı ve değişken duygulara sahiptirler, olaylara hızlı tepki verirler. Kaygılı, endişeli, tedirgin, gergin, aksi, alıngan ve depresiftirler. Kendilerine olan güvenleri düşüktür, çekingendirler. Duygusal anlamda sarsıcı olaylardan sonra eski hallerine dönmekte güçlük çekerler.


8 Eylül 2012

Dunning-Kruger Etkisi



David Dunning and Justin Kruger tarafından 1999 yılında tanımlanan Dunning-Kruger etkisi, yetersiz kişilerin sahip oldukları yeteneklerini, yetkinliklerini, becerilerini fazlasıyla olumlu ve ortalamadan daha yüksek değerlendirdikleri bir algılama eğilimidir.

Teoriye göre yetersiz kişiler;
  1. kendi beceri düzeylerini abartma eğilimindedirler,
  2. diğerlerinin gerçek becerilerini fark edemezler,
  3. kendi yetersizliklerinin boyutunu göremezler,
  4. becerilerini geliştirmek üzere eğitim aldıkları takdirde yetersizliklerini fark edip kabullenebilirler.

Yetersiz kişiler, yetersizliklerini anlayabilecek kapasitede değildirler. Kendilerinden son derece emindirler ve bunu sergilemekten çekinmezler, kendilerini ve yaptıklarını överler, öne çıkmaya çalışırlar. Bilgi eksikliği, genellikle kişiye sanki konuyla ilgili her şeyi biliyormuşcasına bir özgüven kazandırmaktadır. Öte yandan gerçek anlamda bilgili ve vasıflı bir kişinin özgüveni, diğerlerinin de kendisiyle eşdeğer olduğunu varsaydığı için zayıftır. Kendini sürekli eleştirir ve daha da geliştirmeye çalışır. Alçakgönüllü tavırlar sergiler, geri planda kalmayı tercih eder. Niteliklerinin fark edilmesini bekler ve eğer bu gerçekleşmezse daha da içe çekilir.



7 Eylül 2012

Kendini Doğrulayan Kehanet




İlk defa 1948 yılında Robert Merton tarafından ortaya atılan Kendini Doğrulayan Kehanet kavramı kişinin önyargıları, deneyimleri ve inançlarından yola çıkarak bir davranış veya olayın beklentisine girmesi, beklentilerini destekleyen davranışlar sergilemesi ve baştan belirlemiş olduğu sonuca ulaşmasıdır. Başka bir deyişle, kişinin beklentileri ile uyumlu hareket etmesi sonucu beklentilerinin gerçekleşmesidir. Farkında olmadan sergilediği davranışlarla beklentileri gerçekleşen kişi, böylece baştan beri haklı olduğu yanılgısına düşmektedir.

Örneğin değersiz olduğunu, sevilmeye layık olmadığını düşünen biri çevresindeki insanlara olumsuz yaklaşarak düşmanca tavırlar sergiler. Bu yaklaşım ve tavırlarıyla bir süre sonra çevresindekiler tarafından gerçekten istenmeyen biri haline gelir. Sonuçta en baştaki değersizlik duyguları ve sevilmeye layık olmadığı düşünceleri pekişmiş olur. Başka bir örnek de iş hayatından verilebilir. Teslim etmesi gereken raporu yetiştiremeyeceğini düşünen bir çalışan, “nasıl olsa yetiştiremem” diyerek zamanını farklı değerlendirecek, raporu yazmayı erteleyecek dolayısıyla da en baştan düşündüğü gibi o raporu yetiştiremeyecektir. “Zaten yetiştiremeyecektim” diyerek herhangi bir pişmanlık yaşamayacağı gibi iç görü de kazanamayacaktır.



6 Eylül 2012

Sahte Gülümseme


Aşağıdaki linkte gerçek gülümseme ile sahte gülümsemeyi birbirinden ne kadar ayırt edebildiğinizi sınayabileceğiniz yaklaşık 10 dakikalık bir test bulunmaktadır.


Lütfen testi yaptıktan sonra okumaya devam edin.

I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I
I

Gerçek gülümseme ile sahte gülümseme farklı kaslar tarafından oluşturulmaktadır, beyin yüzün farklı bölümlerini kontrol etmektedir. Sahte gülümseme irade ile oluşturulur, beyin kaslara gülümsemesini söyleyerek yanakları kenarlara çeker. Gerçek gülümseme ise irade dışı oluştuğu için otomatiktir. Duygular ile oluşur, beynin farklı bir bölgesinden geçer. Yanakları kenarlara çeken kaslar, gerçek bir gülümseme görünümü yaratmak için ağız ve kaşlar ile birlikte çalışır.

Gerçek bir gülümsemede dudaklar yukarı doğru kıvrılırken gözlerin çevresi de kırışır. Göz kapağı kıvrımları aşağı doğru hareket eder ve kaş sonunda da aşağı doğru bir eğim vardır. Sahte bir gülümsemede dudaklar kıvrılır ancak gözlerin çevresi kırışmaz.

  














Soldaki fotoğraf gerçek gülümsemedir. Dikkat ederseniz sağ taraftakinin sadece ağız kısmında gülümseme varken, soldakinin tüm yüzü gülümsemeye dahildir. Yanaklarla beraber gözaltları da yükselmiştir.



Peki gerçek gülümsemeyi bir de aşağıdaki fotoğraflarda ayırt etmeyi deneyin.









Bu bilgi ile ilsterseniz yukarıdaki testi tekrar deneyebilirsiniz...


5 Eylül 2012

Nereye Oturmak İstersiniz?



Akşam yemeği, toplantı benzeri sosyal ortamlarda genellikle bir masada oturmayı tercih ettiğimiz yer, masada bulunan diğer kişilere yönelik tutumlarımız ile bağlantılıdır. Aynı şekilde oturduğumuz yerin kendisi, diğerleriyle olan etkileşimimizi yönlendirmektedir. Kısacası kimin nerede oturduğu, masada bulunan kişilerin birbirleri arasındaki iletişim açısından oldukça önemlidir.

Açılı pozisyon (A-B veya A-C)
Bu pozisyon genellikle birbiriyle rahat ve keyifli iletişim kuran kişiler tarafından tercih edilir. Karşıdaki kişinin kolaylıkla gözlemlenebildiği bir ortam yaratır. Uyum içerisinde dostça bir ilişki kurmayı sağlar. Duygular ve davranışlar açısından geniş bir hareket alanı söz konusudur, hoşnutsuzluk belirtilerini gizlemeyi veya bakışları kaçırmayı kolaylaştırır.

Yan yana (B-D veya C-E)
Genellikle iki kişi işbirliği yapmaya istekli olduğunda oluşan bir pozisyondur. Arada herhangi bir fiziksel engelin olmadığı, daha samimi bir ortam yaratır, olumlu duyguları en üst düzeye çıkartır. OOrtak bir proje üzerinde çalışmak için en stratejik konumdur, dengeli bir fikir alışverişini teşvik eder. Diğerine bir şeyler anlatmak için en iyi pozisyondur. Ancak yan yana oturan iki kişinin birbirine bakması, birinin diğerinin jest ve mimiklerini görmesi zordur.

Karşı karşıya (B-C veya D-E)
Rakipler birbirlerinin çalışmalarını görmek ve rekabeti teşvik etmek için karşı karşıya oturmayı tercih ederler. Yüz yüze oturma pozisyonu savunmacı ve rekabetçi bir ortam yaratır, uzlaşmayı zorlaştırır. Bu pozisyondaki konuşmalar kısa ve hedef odaklı olma eğilimindedir.

Çapraz (B-E veya C-D)
Bu pozisyon birbiriyle etkileşime girmek istemeyen ya da birbirine ilgi duymayan, yabancı kişiler tarafından tercih edilir. Göz teması neredeyse hiç yoktur. Bu pozisyonda sınırların işgal edilmesi tehdit olarak algılanır.



4 Eylül 2012

Etnosantrizm




İlk defa 1906 yılında William G. Sumner tarafından tanımlanan Etnosantrizm, kişilerin kendi etnik veya kültür değerleri, kabulleri ve standartlarına göre diğerlerini özellikle dil, davranış, yaşayış, gelenek ve din anlamında taraflı bir şekilde yargılamasıdır. Diğer kültürlerin niyet ve davranışlarını, neyin doğal ve doğru olduğunu kendi kültürünü merkeze olarak anlama, tanımlama ve yorumlama söz konusudur. Kendi kültürünü yüceltirken diğer kültürleri küçümseme, ötekileştirme ya da aşağılamayı içeren önyargılı, ilkel, istikrarlı, katı ve etnik merkezci bir düşünce tarzıdır.

Evrensel bir olgu olan Etnosantrizmin altında, ‘biz ve diğerleri’ ayrımı ile kendi doğrularının herkes için geçerli olduğu düşüncesi yatmaktadır. Böyle bir düşünce tarzı, bu doğrulara sahip olmayanları veya uyum göstermeyenleri yabancı, tuhaf, sapkın, aşağı değerde ve hatta bir tehdit olarak görme eğilimini dolayısıyla da o insanlara karşı bir nefretin ve düşmanlığın oluşması sonucunu doğurmaktadır. Etnosantrizmde örneğin bir ulus hakkında ulaşılan bir yargının, o ulusun her bir bireyi için geçerli olduğu kabul edilir. Kişilerin günlük yaşam etkinliklerinde ve davranışlarında görülebilen ve bir çok önyargı ve stereotipin de kaynağını oluşturan Etnosantrizm uç noktada çatışma, terör, savaş ve hatta soykırımla sonuçlanabilir.

Hiç kimse doğuştan etnosantrist olarak dünyaya gelmez. Belli bir kültürün içine doğan insanlar zaman içerisinde kendi kültürlerini norm olarak gördükleri bir dünya görüşü geliştirirler. Dolayısıyla Etnosantrizm kalıtımsal değildir, toplumsallaşma sürecinde öğrenilerek elde edilir.




3 Eylül 2012

Kişilerarası İlişkilerde Alan



Kişilerin aralarında bıraktıkları alan yani birbirlerine ne kadar yakın ya da uzak durdukları, aralarındaki ilişkiyi anlamak için ipuçları içermektedir. Bu alanın sınırları bilinçli bir şekilde kullanıldığı takdirde karşı tarafa iletilen bir mesaj niteliğindedir. Kişilerarası ilişkilerde alan kavramı, 1966 yılında Edward T. Hall tarafından tanımlanmıştır.

Mahrem Alan: Ten teması içeren ve bedenimizden en fazla 45 cm. uzaklığa kadar olan bu alana ebeveyn, eş, sevgili, çocuk gibi yakın ilişki içerisinde bulunulan kişilerin ve ev hayvanlarının girmesine izin verilir. Bu kişilerin mahrem alana girmeleri arzulanırken alanın istenmeyen bir kişi tarafından işgal edilmesi tehdit olarak algılanmaktadır. İnsanlar bu alanda seçmediği veya izin vermediği kişiler ile uzun süre birlikte olduklarında rahatsız olur ve hatta öfkelenirler. Asansör, otobüs gibi dar ve kalabalık ortamlarda tavanı veya yeri seyrederek, göz temasından kaçınarak rahatsızlıklarını ifade ederler ve diğerlerine “burada sizinle olmayı ben seçmedim” mesajını iletirler.

Kişisel Alan: Dostların, arkadaşların, yakın bağlantıda olunan ve hoşlanılan kişilerin kullandığı alandır. Yaklaşık olarak 45 cm.den 120 cm.ye kadar olan bir alanı kapsamaktadır. Mahrem alanda olduğu gibi bu alana da kişiler seçilerek alınır. Kişisel alan samimiyeti ve yakınlığı ifade etmektedir. İnsanların birbirlerine bu alan içerisinde temas etmeleri birbirlerini tanıdıklarını ve birbirleriyle rahat konuştuklarını göstermektedir.

Sosyal Alan: Bu alan kişisel olmayan ilişkilere ve nezaket ilişkilerine ayrılmıştır. Yeni tanışılan ya da az tanınan kişiler ile iletişimde bulunulan sosyal aktivitelerde, resmi işlerin yürütüldüğü iş görüşmelerinde, alışverişte vb. durumlarda kullanılır. Yaklaşık olarak 120 cm.den 2 m.ye kadar olan bir mesafeyi içeren, her şeyin rahatça konuşulduğu ve karşıdaki kişinin mimiklerinin, beden dilinin, ruh halinin kolayca gözlemlenebildiği bir alandır. Masa, tezgâh, kürsü gibi fiziksel engeller, genellikle insanların bu mesafeyi korumasını sağlamaktadır.

Kamusal Alan: Tanınmayan kişiler topluma açık olan bu alanda tutulmaktadır. 2 m.den daha uzak bir alanı ifade etmektedir ancak bu alan içerisinde verilmeye çalışılan mesajlar büyük ölçüde kaybolduğundan 10 m.yi geçtiği takdirde ilişki kurmak ve karşılıklı iletişim zorlaşır. Kişinin bu alanı bilinçli olarak kullanması, iletişime çok az zaman ayırmak istediğini ya da iletişimi sonlandırmak istediğini göstermektedir.


Kişilerarası alan mesafeleri oldukça değişkendir: 
  • Kültüre, kişiliğe, çevresel faktörlere ve o anda yapılan eyleme göre değişkenlik gösterir.
  • Nüfusu yoğun olan büyük kentlerde yaşayanların alanları kırsal kesimde yaşayanlara göre daha dardır.
  • Varlıklı ve üst tabakada bulunan kişiler daha geniş bir alan talep ederler, bu nedenle toplumda soğuk veya mesafeli olarak algılanırlar.
  • İki kadın arasındaki alan, iki erkek arasındaki alana göre daha dardır. Kadınlar birbirleri ile yakın temasta bulunmaktan daha az rahatsız olurlar.
  • Birbirini tanımayan bir erkek ile bir kadın arasındaki alan normalden daha geniş olabilir.
  • Tartışırken veya kavga ederken insanlar alanları konusunda daha hassaslaşırlar.
  • Küçük çocukların herhangi bir alanı işgal etmesi görmezden gelinebilir.
  • İçedönük kişiler, alanları işgal edildiğinde daha da içe kapanırlar.
  • İnsanlar istenmeyen bir ses, koku veya bakışa maruz kaldıklarında kendi alanlarının ihlal edildiği hissine kapılırlar.




2 Eylül 2012

Algıda Gestalt İlkeleri



Yakınlık İlkesi: Duyusal uyarıcılar (şekiller, nesneler, sesler vb.) mekân ve zaman anlamında birbirine olan yakınlıklarına göre gruplanarak bir bütün olarak algılanır.









Tamamlama İlkesi: Tamamı görülmeyen ya da daha tamamlanmamış duyusal uyarıcılar bir bütün olarak algılanır.














Benzerlik İlkesi: Birbirine benzeyen duyusal uyarıcılar gruplanarak bir küme olarak algılanır. Aşağıdaki örnekte sütunlardan çok satırlar görülmektedir.













Süreklilik İlkesi: Aynı yönde ilerleyen duyusal uyarıcılar birbiri ile ilişkili olarak algılanır. Ani değişikliklerden çok süreklilik algılanır. Aşağıdaki örnekte V şeklinde iki ayrı çizgi yerine birbirini kesen iki çizgi görülmektedir.












Şekil-Zemin İlişkisi: Algısal alanda dikkatin yoğunlaştığı obje şekil, onu çevreleyen ortam zemin olarak adlandırılır. Dikkatin yoğunlaştığı noktaya göre şekil ve zemin yer değiştirebilir. Aşağıdaki resmin ortasına 10 saniye boyunca baktığınızda algınızın vazo ve birbirine bakan iki yüz şeklinde sürekli değiştiğini fark edeceksiniz.