15 Aralık 2013

Benlik Durumları



Eric Berge tarafından geliştirilen Transaksiyonel Analiz kuramının temelinde Ebeveyn, Yetişkin ve Çocuk benlik durumları vardır. Kurama göre insanlar, başkalarıyla etkileşime girdikleri zaman bu üç benlik durumundan birini baskın olarak kullanmaktadırlar.


Ebeveyn benlik durumunda kişi iletişim içinde bulunduğu diğer insanlara karşı anne-baba tavrı takınarak öğütler, emirler verir ve onları yönlendirmeye çalışır. Yetişkin benlik durumu insanın akılcı ve mantıklı yanıdır, olay ve olgular karşısında düşünerek ve sorgulayarak gerçekçi değerlendirmeler yapar. Çocuk benlik durumunda ise kişi içinden geldiği gibi duygularını davranışa dönüştürür.

Etkin iletişim kurmak için iletişim esnasında hangi benlik durumlarını kullandığımızı fark etmek ve sorunları yetişkin benlik durumunu kullanarak çözmek önemlidir.






14 Kasım 2013

Aile İçi Şiddet Kapalı Kapılar Ardında


Siz söylemezseniz kimse şiddete maruz kaldığınızı bilemez..

Yaşadıklarınızı paylaşmaktan çekinmeyin..

Yardım isteyin..



19 Ekim 2013

"Kocandır Döver de Sever de"

Aile içi şiddet vakalarında aile bireyleri ya da eşler çoğu zaman kadınları içlerinde bulundukları koşullardan kurtulup yardım talep edemeyecek derecede fiziksel, psikolojik ya da ekonomik olarak kontrol etmektedir. Aynı zamanda yaşadıkları şiddeti bildirmek isteyen kadınların önündeki temel engellerden biri polise duyulan güvensizliktir. Kadınların büyük bir kısmının polisin kendilerine yardımcı olmayacağını düşündükleri görülmektedir, bu nedenle kadınlar yardım istemekte tereddüt ettiklerini belirtmektedirler.

Aile içi şiddete maruz kalan kadınlar zaman zaman polisin kendilerini geri çevirdiğini bildirmektedir. Bunun nedeni polisin bilgi eksikliği, aile içi şiddete bakış açısı veya kadının yüksek beklentisi olabilir. Ancak nedeni ne olursa olsun polis tarafından bir kez geri çevrilen veya eşiyle barıştırılan kadın genellikle bir daha polise başvurmamayı tercih etmektedir. Aynı şekilde bu kadınların öykülerini duyan diğer kadınlar da polise gittiklerinde yardım alamayacaklarını düşünmektedirler.

Şikayetçi olmaktan çekiniyorsanız, şiddet gördüğünüzü söylediğiniz anda polis işlem yapmak zorundadır. Hatta görünür bir darp izi varsa, hiçbir şey söylemeden bu izi polise göstermeniz bile işlem yapılması için yeterli olacaktır.

Yine de önceden haklarınızı öğrenmenizde fayda vardır, çünkü polisin yetkisi de kısıtlıdır. Örneğin size şiddet gösteren eşinizi alıkoyma veya sizi evden attığında eşinizden sizi eve geri almasını isteme gibi bir yetkisi yoktur. Polisin “biz bir şey yapamayız, mahkemeye başvurun” dediği noktada tutanak tutmasını istemeniz gerekebilir. Polis tarafından tutulan tutanak ve varsa darp raporu mahkemeye başvurduğunuzda işinize yarayacaktır.

Aile İçi Şiddet Nedeniyle Polis Merkezlerine Başvurduğunuzda Polisin Yapacağı İşlemler Şunlardır;

  • Sizi dinler, şikayetinizin ne olduğunu anlar.
  • Cumhuriyet Savcısı’nı bilgilendirir, onun talimatlarını alır ve adli işlemlere başlar.
  • Mağduriyetinizin tespiti ve gerekli tedavi için sizi en yakın sağlık kuruluşuna sevk eder ve sağlık raporunuzu alır.
  • Olaya karışan tarafları tespit eder, delilleri toplar.
  • İhtiyacınız varsa size ücretsiz avukat görevlendirilmesi için işlem yapar.
  • Olaya ilişkin ayrıntıları kayda geçirir, tutanak düzenler.
  • Sizi “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”, diğer yasal haklarınız ve işlemler hakkında bilgilendirir.
  • Size başvurabileceğiniz yerler hakkında bilgi içeren broşür verir.
  • Barınma ihtiyacınız varsa sizi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na yönlendirir. Acil barınma ihtiyacınız varsa ya da yüksek riskli bir durumdaysanız, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi veya 183 ile iletişime geçerek sizi İlk Adım İstasyonu'na götürür.
  • İfadenizi okumanızı sağlar (okuyamıyorsanız size okur).
  • İfadenizin bir kopyası ile tarih ve numarasını size verir.
  • Siz doğrudan başvuramadığınızda bile başkalarının ihbarını ve şikayetlerini değerlendirir.
Lütfen unutmayın, Polis’in veya Jandarma’nın “barıştırmak” gibi bir görevi veya yetkisi yoktur. İstemediğiniz halde size arabuluculuk yapılmaya veya şikayetinizden vazgeçirmeye çalışılıyorsa, kabul etmek zorunda değilsiniz. Ayrıca uygulanmadığını düşünüyorsanız Polis’e veya Jandarma’ya yukarıda sayılan maddeleri hatırlatabilirsiniz. Hatta risk altındaysanız, darp raporu almak üzere Hastane’ye giderken size eşlik etmelerini isteme hakkınız da vardır.


Kaynaklar;
“Kocandır, Döver De, Sever De”, Türkiye’de Aile İçi Şiddet ve Korumaya Erişim, İnsan Hakları İzleme Örgütü Şiddet Raporu, 2011
T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü “Aile İçi Şiddetle Mücadele El Kitabı”ndan alınmıştır (http://www.ksgm.gov.tr/Pdf/siddet_handbook.pdf).

10 Ekim 2013

Sessiz Kaldılar


Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen, Emine Erdoğan’ın da katıldığı ve programa katılanlara kurayla elektrikli ev aletleri dağıtılan Enerji Hanım Projesi’nin toplantısında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in konuşması sırasında, 1 kadın ayağa kalkıp tepki gösterdi, 4 kadın da ona destek verdi. Salondaki bazı kadınlar protestocuları zorla yerlerine oturtmaya çalıştı, araya erkekler girdi, protestocu kadınlar hem erkekler hem kadınlar tarafından şiddete maruz kaldı, Emine Erdoğan ve Fatma Şahin başta olmak üzere salondaki diğer kadınların hiç biri bunu engellemeye çalışmadı.







3 Eylül 2013

Aile Nedir?




Einstein'dan Sorunlar Üzerine


"Karşı karşıya kaldığınız aşılması zor sorunları, mevcut düşünce yapınızla çözemezsiniz. Çünkü bu sorunlar, mevcut düşünce yapınızın ürünüdürler."

Albert Einstein


Davranış Biçimleri

Üç kişi çok aç, masada oturuyorlar, ortadaki tek bir tabakta tek bir bisküvi var.

Pasif Kişi: Beden dili çekingendir, tabaktan uzak durur, gözlerinin ucu ile bakar, “ben çok aç değilim” der.

Saldırgan Kişi: Bisküviyi hemen yiyecekmiş gibi durur, bisküviyi hemen almak ister, “ben çok açım” der.

Atılgan Kişi: Ortak bir çözüm bulmaya çalışır, “hepimiz açız, başka bir çözüm bulalım” der.


Pasif Davranış:


Duygu ve düşüncelerini ifade etmez
Benlik saygısı düşüktür
Kaygılıdır
Suçluluk ve öfke duygusu yaşar

“Ben önemli değilim, sen önemlisin.”


Saldırgan Davranış:


Diğer kişileri aşağılar, saygı göstermez
Başkalarının duygu ve düşünceleri ile ilgilenmez

“Sen önemli değilsin, ben önemliyim.”


Manüplatif Davranış:


Pasif görünür ama saldırgan davranır
Dürüst olmaz, imalı konuşur
Karşı tarafı suçlu hissettirir

“Ben önemli değilim, sen de önemli değilsin. Önemli olan çıkar.”


Atılgan Davranış:


Kendinin ve başkalarının haklarına saygılıdır
Kendine olan güveni ve benlik saygısı yüksektir
Başkalarının duygu ve düşünceleri ile ilgilenir

“Ben önemliyim, sen de önemlisin.”



Atılgan Kişi; olumlu ve olumsuz duygu ve düşüncelerini ifade edebilen, "Hayır" diyebilen, istekte bulunabilen, kendisi hakkında olumlu düşünen ve ifade edebilen, iletişimi başlatabilen, sürdürebilen ve sona erdirebilen kişidir.




1 Eylül 2013

Solaklar Soldan


Yapılan araştırmalara göre, insanların büyük bir kısmı “sağ” kavramı ile ilgili olumlu çağrışımlarda bulunurken, “sol” kavramı ile ilgili olumsuz çağrışımlarda bulunmaktadırlar. Solaklar için ise bunun tam tersi geçerlidir. Sol elini kullananlar örtülü bir şekilde iyi şeylerin solda, kötü şeylerin ise sağda bulunduğuna inanmaktadırlar.




20 Ağustos 2013

Pazartesi Sendromu



Pazartesi sendromunu daha rahat atlatabilmeniz için işte size birkaç küçük öneri:


-Pazar gecesi uykunuzu iyi aldığınızdan emin olun.

-İş yerinde ilk birkaç saatin zorlu geçebileceğini baştan kabullenin.

-Mümkünse Pazartesi sabahına önemli bir toplantı veya iş koymayın.

-İşe geçmeden önce yapmanız gerekenleri planlamak için kendinize zaman ayırın.

-Günlük yaşamınızdaki ve iş hayatınızdaki olumlu yönlere, başarılı olduğunuz şeylere odaklanın.

-Hafta içi bir akşam için veya bir sonraki hafta sonu için plan yapmaya başlayın.

-Mümkünse öğle yemeği için dışarıya çıkın.



10 Ağustos 2013

Pareidolia


İnsan beyni neredeyse her şeyden model ve anlam çıkartacak şekilde evrilmiştir, gördüğü ve duyduğu belirsiz, muğlak şeyleri kendine göre yorumlayarak bildiği, tanıdığı şeylere benzetmeye çalışmaktadır. Pareidolia olarak adlandırılan bu eğilime bir tür illüzyon da diyebiliriz.


Bulutlara bakarak onları benzettiğimiz hayvanlar, arabaların ön yüzlerine bakınca gördüğümüz insan suratı, eski mekanik alarm saatlerinin arkasına bakınca gördüğümüz hüzünlü yüz, kaset tersten çaldığında duyduğumuzu sandığımız şeyler hep pareidoliadır.












29 Temmuz 2013

Röportaj; Türkiye'de Şiddet Tırmanıyor mu?

Bölgesinde değişim ve gelişim iddiasında bulunan ‘modern’ Türkiye’de yaşanan şiddet olaylarına dair istatistikler oldukça düşündürücü. • 2013 yılının ilk altı ayında kadına yönelik 88 cinayet, 77 tecavüz, 117 yaralama olayı yaşandı. • Son 10 yılda spor müsabakalarında 67 kişi hayatını kaybetti, 432 kişi yaralandı. • Yaşanan şiddet olaylarının yüzde 56’sı doktoru hedef alıyor. Bu rakamların sosyolojik ve psikolojik boyutunu Türk Psikologlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Uzm. Psikolog Duygu Buğa değerlendirdi.




Şiddet medya ilişkisinde medyanın olayı nasıl işlediği ve halka nasıl sunduğunun önemli olduğuna vurgu yapan Buğa, medyanın şiddet yanlısı bir tutum sergilemekten, şiddeti bir eğlence malzemesi olarak sunmaktan, halkı duyarsızlaştıracak kadar çok yayın yapmaktan kaçınması gerektiğinin altını çizdi. 

Şiddet yapışı karmaşık, bilinçli bir seçimdir   

Duygu Buğa, toplum yapısını değerlendireceksek eğer, hızlı toplumsal değişim süreçleri, iktidarın gücünü kaybetmesi, toplumsal anlamda şiddetin meşrulaştırılması, erkek egemen yapı gibi birçok etmeni işin içine katmamız gerektiğini ifade etti. Buğa, dolayısıyla şiddetin karmaşık bir yapısı olduğunu söyleyerek sözlerine ‘ ‘Modern dünyanın etkisiyle kültürün, değerlerin, gelenek ve görenekleri, inançların değişmesi’ gibi şeyler söylemeyeceğim. Zaman içerisinden toplumlarda değişim normaldir ve şiddet bunlardan bağımsız bir olgudur. Şiddet soyaçekim veya hastalık değildir, öğrenilmiş ve bilinçli yapılan bir davranıştır. Ailede ve toplumda gözlem yoluyla öğrenilir. ‘ diyerek devam etti.

‘Doktora uygulanan şiddette, hastalık durumu kendi içerisinde üzüntü ve kederi, endişe ve korkuyu, gerginliği ve isyankârlığı barındırıyor. Bunun üzerine hasta yakınlarının bilgisizliği ve aşırı beklentileri de eklendiğinde yaşadıkları olumsuzluktan doktoru sorumlu tutabiliyorlar. İletişim konusundaki eksiklikler, hastanenin kriz yönetimi konusunda yetersiz olması da işin içine girince şiddet davranışının önüne geçmek zorlaşıyor.’

Babasının kızı, kocasının hanımı

‘Kadına yönelik şiddet söz konusu olunca öncelik bireyin değil ailenin korunmasına veriliyor. Kadın birey olarak ele alınmıyor, ya babasının kızı ya da kocasını hanımı olarak değerlendiriliyor. Kadın erkek eşitliği bir devlet politikası olmadıkça, zihniyet değişimi gerçekleşmedikçe yazılı kuralların hiçbir anlamı yok, pratikte her zaman sorun yaşanıyor. Buradaki bir başka sorun da devlet yetkililerinin uyguladıkları yöntemlerden memnun olduklarını ifade etmeleri, gerçekten memnunlarsa geliştirmek için bir çaba sarf etmeme ihtimalleri var.’

Çocuğu şiddetten korumak şiddeti durdurmakla mümkün olur

‘Çocukları şiddetten korumanın tek yolu şiddeti durdurmaktır. Şiddeti durdurmak mümkün değilse, çocuğu şiddetten uzaklaştırmak gerekir. Çocukların şiddet haberlerine şahit olmaları durumunda ebeveynlerin yönlendirici olmaları ve şiddetin bir problem çözme aracı olarak öğrenilmesini engellemeleri gereklidir. Erken müdahale, çocukların şiddetle sağlıklı bir şekilde baş edebilmelerini ve sağlıklı bireyler olarak yaşamalarına devam etmelerini sağlayabilir. Şiddeti önlerken yalnızca ceza değil, rehabilitasyon da gerekir. Bu uzun ve çaba gerektiren bir yol.’

Futbolda polisin etkinliğini azaltmak mı gerekir?

‘Futbol maçları başlı başına gergin bir ortam, bu gerginliğin azaltılması ve doğru bir biçimde yönlendirilmesi gerekiyor. Dünyadan bir örnek vermek gerekirse İngiltere’de bu amaçla statların modernizasyonu gerçekleştirilmiş, tel örgüler kaldırılmış, servisler geliştirilerek stadyumlar eğlence merkezi haline dönüştürülmüş. Polisin futbol seyircisine karşı uyguladığı sert ve katı tutumun yerini pozitif yaklaşım almış, stadyum içerisinde polisin yetkileri azaltılmış ve şiddetin önüne geçmek için alınan bu tedbirler ile desteklenip güçlendirilmiş. Bu anlamda sadece futbolculara değil, şahit olan herkese rol düşüyor.’

Toplum olarak şiddete sessiz kalmamamız gerekir

‘Şiddet karşısında asla yapılmaması gereken 3 şey var: şiddeti onaylamak, şiddete şiddetle karşılık vermek ve sessiz kalmak. Bu anlamda toplumun da devletin de dönüşüme ihtiyacı var ve bu dönüşüm birkaç eğitimle olacak bir şey değil, ciddi bir zihinsel dönüşüm gereklidir. Böylece şiddet asgari bir düzeye indirilebilir ancak sonunun geleceğini düşünmüyorum.’





29 Haziran 2013

Şapkanı Seç

Edward De Bono, insanların farklı şekil ve yaklaşımlarla kavrama ve düşünme eylemini gerçekleştirebildiğini ancak düşünme alışkanlıkları ile kendilerini kısıtlayarak, sadece bir veya iki yaklaşımla düşünme eylemini gerçekleştirdiğini gözlemlemiştir. Farklı yaklaşımların tanımlanması ve bu yaklaşımların nasıl kullanılabileceğinin öğretilmesi durumunda, insanların bu yaklaşımları kullanarak çok daha üretken olabileceklerini öne sürmüştür.

De Bono, 1985 yılında “Six Thinking Hats” adıyla yayınladığı kitapta altı farklı yaklaşım tanımlamış ve her bir yaklaşımı farklı renkte birer şapka ile sembolize etmiştir.
Beyaz Şapka: Boş sayfa, tarafsız şapka. Görüşülen konu ile ilgili net bilgiler, sayılar, ölçümler, raporlar, araştırmalar ve kanıtlanmış veriler ortaya konur.

Şu soruların cevabı aranmaktadır; Hangi bilgilere sahibiz, hangi bilgiler eksik, ihtiyacımız olan bilgiyi nasıl elde ederiz?

Kırmızı Şapka: Ateş, duygusal şapka. Görüşülen konu ile ilgili olarak, kişilere hiçbir dayanağı olmadan, sezgi, fikir ve duygularını söyleme fırsatı verir. Suçlanmadan katılımcıların kişisel görüşleri alınır.

Şu soruların cevabı aranmaktadır; Söz konusu olay, durum, öneri veya sorun hakkında neler hissediyorum, önsezilerim, izlenimlerim ne?

Sarı Şapka: Güneş, iyimser şapka. Yapılacak işin avantajları ortaya konulur, getirileri göz önüne alınır. Olumlu görüşler ve övgü dile getirilir.

Şu soruların cevabı aranmaktadır; Bu olayın bize sağlayacağı çıkarlar, yararlar ne olabilir?

Siyah Şapka: Yargıç cübbesi, kötümser şapka. Eleştiri, olumsuz görüşler, görüşülen konunun riskleri, gelecekte doğuracağı problemler ortaya çıkarılır.

Şu soruların cevabı aranmaktadır; Bu önerinin, projenin bize ne gibi zararları olabilir?

Yeşil Şapka: Bitki, yenilikçi şapka. Konuyla ilgili alternatifler ve yeni yaklaşımlar araştırılır. Önemli olan fikrin saçma olup olmaması değil orijinal, yeni, üretken olması ve katma değer yaratmasıdır. Yaratıcılık ön planda tutulur ve teşvik edilir.

Şu soruların cevabı aranmaktadır; Konu ile ilgili alternatifler nelerdir, bu konudaki değişik önerilerimiz neler olabilir?

Mavi Şapka: Gökyüzü, serinkanlı şapka. Düşünceler, öneriler ve görüşler sistemleştirilir, sonuçlar ortaya konur. Geniş ve farklı görüşlerin sentezidir.

Şu soruların cevabı aranmaktadır;
·    Ne oldu? (geçmişteki durumumuz - neydik?)
·    Ne oluyor? (şimdiki durumumuz – ne olduk?)
·    Sonra neler olmalı? (gelecekteki istenen durumumuz – ne olacağız?)
·    Ne olmuyor? (istenen geleceğe ulaşmak için yapılması gerekenler)




29 Mayıs 2013

İnadına Birileri Daha Çok İçecek

Türkiye’nin az sayıda bağımlılık uzmanlarından biri olan Prof. Dr. Kültegin Ögel, Milliyet Gazetesi'nden Zeynep Miraç'ın sorularını yanıtladı ve alkol yasasını değerlendirdi.


Geçen haftanın en sıcak gündem maddelerinden biri, alkol satışlarını düzenleyen yasaydı. Suya atılan bir taş gibi, yarattığı ilk halkada alkollü içkilerin hangi saatlerde ve nerelerde içileceği tartışması yer aldı. Devam eden halkalarda ise yaşam biçimlerine müdahale, dayatmaların getirdiği ruh halleri ve uzun vadede bıraktığı tortuları gördük.

Prof. Dr. Kültegin Ögel, Türkiye’de sayıları epeyce az olan bağımlılık uzmanlarından biri. AMATEM’de, ÇEMATEM’de çalıştı. Bağımlılıkla ilgili derneklerin kurucusu oldu. Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF’le projeler yürüttü, üniversitelerde bağımlılık üzerine dersler verdi. Prof. Dr. Ögel, deneyimlerinden ve birikimlerinden hareketle yasayı ve yarattığı/ yaratacağı etkileri değerlendirdi.

Türkiye’nin denetlenmesi, yönlendirilmesi müdahale edilmesi gereken bir alkol tüketimi var mı?

Bence yok. Müdahale edilecek bir alan değil, önleme yapılacak bir alan. Bana bir alkol önleme programının adını söyleyebilir misiniz? Söyleyemezsiniz. Yok çünkü. Ama dünyada size yirmi tane sayarım. Yeşilay’ın yaptığı birkaç program var, onlar da tüm Türkiye’ye yayılmış bilimsel çalışması yapılmış programlar değil. Biz burada yanlış bir şey yapıyoruz. Sadece arzı önlemeye çalışıyoruz. Talebe önlemeye dair bir çaba yok. Bunun nesi önleme?

Türkiye’de alkol bağımlılığı oranı ne?

Yüzde 0.8’in altında. Bu, aslında yüzde olarak çok düşük Avrupayla kıyasladığımızda. Ama bizim nüfusumuz yüksek olduğu için o yüzde içine düşen insan sayısı fazla.

‘Kullanılan dil etiketleme’

İktidarın, alkole karşı takındığı, Başbakan’ın “Kafası kıyak nesil istemiyoruz” cümlesiyle vücut bulan tavır; içki içenler için bir etiketleme mi?

Kanunun çıkıp çıkmaması değil; kanun çıkarken kullanılan dil etiketleme. Ben bunu kurulamayan empatiye bağlıyorum. Karşımızdakini anlayabilsek zaten etiketleme de ortadan kalkacak. Mesela maçlara girerken alkol oranlarına bakılması... Bu da etiketleme. Her alkol içen gidip maçta olay mı çıkarıyor?

Bu etiketlemelerin kişiler üzerinde nasıl bir tortusu olur?

Dışlanmışlık. Toplumda istenmeyen davranışlar, dışlanmışlardan gelir. Çünkü artık o toplumla aynı değerleri taşımadıklarına inanırlar. Madem aynı değerleri taşımıyorum, istediğim gibi davranırım diye düşünürler.

Bu kanunu çıkarak hükümet, alkol kullananlara “Sizinle aynı değerleri paylaşmıyoruz” mesajı mı verdi?

Evet. Onlar da kendilerini şu anda dışlanmış hissediyorlar. “Ben buraya ait değilim” duygusunu yaşıyorlar. Ve bu bir kısır döngü gibi devam eder. Toplumda birlik duygusu zedelenir.

‘Düzenleme koruyucu değil’
Siz yeni kanunun etkili ve yararlı olacağın inanıyor musunuz?

Ben bağımlılık uzmanıyım. Alkolün toplumdaki zararlarıyla en çok karşılaşan benim. Bağımlılığın önlenmesini en çok isteyen de benim. Ama şu an yapılanları yanlış ve heba edilmiş bir süreç olarak görüyorum. Artık bir kamplaşma oldu. Halbuki biraz daha çalışıp altı ay sonra bir kanun çıkarılabilirdi. O yüzden bu fırsatın heba edildiğini düşünüyorum.

Bu yeni kanun, hedeflendiği gibi 58. maddeyi yerine getirmez mi?

Hayır. Bu haliyle bu düzenleme koruyucu değil. Ben buna devekuşu sendromu diyorum.

Nedir o sendrom?

“Ben bir şey yaptım ve artık bu işi çözdüm” sanmak. Bunu birçok alanda yapıyoruz; ruh sağlığında, şiddet olaylarında... Kast ettiğim şu. Saat 22.00’den sonra satış yasak. Niye 21.00 ya da 23.00 değil de 22.00? Yurtdışı örneklerinde görüyoruz, bu saati koyarken bir plana göre koyuyorlar. Bir hesaplama yapılıyor; gençler saat kaçta, yetişkinler kaçta alıyor alkolü? Bir istatiksel bilgi var, önleme projesi var. Bizim bu kanun için acaba kaç bağımlılık uzmanıyla çalışıldı? Ben herhangi bir bilimsel destek alındığını duymadım. Zaten bütün Türkiye’de toplam 10-15 bağımlılık uzmanıyız, hiçbir arkadaşımdan destek alınmadı.

Neden bağımlılık uzmanlarının sayısı bu kadar az?

Bağımlılık uzmanı olması için bağımlılık kurumunun çok olması lazım. Bizde ise bu kurumlar çok az, bağımlılık tedavi merkezi açamıyoruz. Yönetmelikler imkan vermiyor, ancak yataklı kurumlar açılabiliyor. Devletin açtığı yerlerin sayısı da çok az.

Bir ruh sağlığı uzmanı olarak şu soruyu cevaplar mısınız: Alkole erişimin kısıtlanması veya yasaklanmasının insan psikolojisinde yaratacağı etki ne olur?

İnsanın temel refleksi otoriteye karşı gelmektir. Ne kadar otoriterleşirseniz, insan kendi egosunu korumak için direnç göstermeye başlar. Her şeyi her alanda yasaklamak otoriterleşmedir ve kesin bir tepki doğuracaktır. Ben ne olacağını söyleyeyim, bugün birçok alkol hastası gördüm. Hiçbirini bu yasa engellemez. Dahası, hasta olmayan, alkole eğilimli gençler var, onları da engellemez. Ne olacak? Ya biz bu kanunları uygulayamayacağız; ya da bu espriye vurulmaya başlayacak ve sistem dışına çıkılarak yan yollara başvurulacak.

Sistem dışı yollardan kast ettiğiniz nedir?

Burada meyhaneyi kapatırsanız, gider bakkalın arkasındaki tezgahta içer. Birçok bürokrat hastam var, kimse alkol bağımlısı olduklarını bilmiyor. Gidip bakkallarda içiyorlar. Aslında bilsek onun içtiğini belki önlem alacağız. Mesela Erzurum ya da Konya alkol satan yerleri zor bulacağınız şehirler ama tüketim hiç de düşük değil. Nerede içiliyor? Yol kenarlarında. Sistemin dışına çıkanı kontrol edemezsiniz.

Bu otoriterleşme tavrının toplumun genel ruh haline yansıması nedir?

Otoriterlik otoriterliği, sertleşmeyi getirir. Bana ne kadar sert davranırsanız ben de size öyle davranırım. Sonra da şiddet niye arttı deriz. Alkole karşı sertleştikçe inadına birileri daha çok içmeye başlayacak.

‘Mevcut yasayı uygulasak yeterdi’
Asıl hedef, gençleri korumaksa bir insan ne zaman bağımlı oluyor?

18 yaşın altında içmeye başladıysa. 21 yaşına kadar bu içme süresi düzenliyse bağımlı olma oranı çok yüksek. 21 yaşından sonra alkole başlayanlarda bağımlı olma oranları çok düşük. Bu durumda en önemli önlem, 18 yaşın altındakilere alkol satılmamasıdır. Bu zaten kanunumuzda var. Uygulanıyor mu? Hayır. Çocuğumu yollasam, “Koş bana rakı kap gel” desem, bayi soracak mı yaşını? Sormayacak. Biz şu an mevcut yasayı uygulayamıyoruz ki. Yasayı uygulasak zaten büyük oranda önleriz.

Alkol tüketimini iönlemede en etkili yöntem modadır
Türkiye’de alkol tüketiminin sosyoekonomik bir dağılımı var mı?

2004’e kadar bu araştırmaları yapıyorduk. Böyle bir dağılım olmadığını gördük, her sosyoekonomik düzeyde eşit dağılıyordu. Kadınlarla erkekler arasında fark vardı. Son yıllarda bu farkın kadınlar tarafından biraz kapandığını görüyorum.  

2004’ten bu yana bu çalışmalar yapılmadı mı?

Bir iki lokal çalışma yapıldı ama Türkiye’yi kapsayan çalışmalar yok.

Neden? Ne değişti 2004’ten bu yana?

Okullarda araştırma yapma olasılığımız çok azaldı. İzin verilmiyor. Üniversiteler bu konuda çok zorlanıyorlar. “Uyuşturucu derseniz, çocukların aklı uyuşturucuya gider” gibi nedenler öne sürülüyor. Bizim özel izinlerle yaptığımız çalışmalarda gördüğümüz, gençler arasında alkol tüketiminde azalma olduğu. Aslında bu, hükümet tarafından bir propaganda malzemesidir.  

Sizce neden azalma oldu?

Önlemede en etkili yöntem modadır. Mesela şu anda sigara “out”. Eskiden sigara içen bir genç cool’du. Toplum muhafazakarlaşıyorsa ben de içki içmeyi bırakırım. İçmeye ihtiyacım varsa, Tekel bayini Mekel bayi yapın, gider alırım içkiyi.

‘1920’deki kanun 4,5 ayda çıktı’
Kanun ne kadar zamanda çıktı?

Bir ayda. 1920 yılında Türkiye alkolü yine yasaklamıştı, Men-i Müskirat kanunuyla. O 4,5 ayda çıkmıştı. Türkiye’nin ilk meclisinde 4,5 ayda çıkan kanunun yanında 1 ayda çıkan bir kanun bize şunu gösteriyor: Üzerinde yeterince konuşmadık. Yeterince tartışmadık. Ama amacımız yasaklamaksa tabii yeterli bir süre.

‘Bizim hâlâ bir alkol eylem planımız yok’
Sizce hükümet karar aşamalarında toplumun ruh halini ne kadar gözetiyor?

Sadece bu hükümet değil, hiçbir hükümet gözetmiyor. Sonuçta sosyolojik kararlar alınıyor ama sosyal psikolojiye bakılmıyor. Biz zaten sağlığı sadece fizik sağlığı olarak algılıyoruz. Geri kalanına “Bu bir irade sorunu” diyoruz. Oysa insanı ciddiye almak lazım; insanoğlu çok kompleks bir yaratık, ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz.

Bu kararlar ve karar alma süreçleri, hükümetin iktidarını yeniden ve yeniden onaylatması mı?

Alışkanlıklar kültürel bir yapının yansımasıdır. Ben hiç alkol içilmeyen bir ailede büyüdüysem ve alkol hep bana kötülendiyse, benim karşı tarafı anlama, empati kurma şansım kalmıyor. Tersi de geçerli. Hep alkol içilen bir ailede büyüdüysem, babam hep bir manzara karşısında içtiyse, manzara görüp de içmeyeni anlama şansım kalmıyor. Ben burada empati kurmakta eksiklik olduğunu düşünüyorum.

Hayatında içki içmemiş olan Başbakan’ın keyif için içki içen birini anlamasına imkan olmadığını mı söylüyorsunuz?

Evet. Empati yapabilmek için kişinin kendini biraz zorlaması mı gerekiyor.

Peki empati yapamadığınız bir konuyla ilgili kısıtlayıcı bir karar almak adil mi sizce?

Eğer bilim adamlarına sorduysa, araştırmalara dayalı bir çözüm yöntemiyse, bir stratejinin parçasıysa, o zaman adildir. Sorum şu, Türkiye’nin bir Alkol Eylem Planı var mı? Yok. Oysa Avrupa Birliği bizi bu planı yapmak için zorluyor. Biz bu planı hazırlamıyoruz, ama kanun çıkarıyoruz.

‘Bir modele karar verilmeli’
Hükümetin argümanlarından biri, pek çok gelişmiş ülkede benzer düzenlemelerin olduğu. Siz o ülkelerle karşılaştırınca bu argümanı haklı ve ikna edici buluyor musunuz?

Hayır. Bana desinler ki, Amerika’da şu eyaletin çok katı alkol kuralları var. Derim ki, o eyaletteki bütün kuralları alıp buraya getirin, kabul ediyorum. Ama İngiltere’den bir kural, İsveç’ten bir kural, Amerika’dan bir kural alınca bu hiçbir şey demektir. Mesela Fransa’da alkolü istediğiniz saatte içebilirsiniz, işte de içebilirsiniz. Fransa’da alkolle ilgili karşılaşılan en büyük sorun, alkole bağlı hastalıklar; mide, beyin vs hastalıkları. Çünkü yavaş yavaş gün boyu sürekli alkol alınıyor. İngiltere’de ise işte içmek yasaktır. Satış da erken saatlerde 22.00’de biter. Orada karşılaşılan sorun da alkole bağlı şiddettir. Çünkü kişi kısa zamanda, işten çıkışla 22.00 arasında ne içebilirse içiyor. Biz neyi istiyoruz? Fransa modelini mi, İngiltere modelini mi? Buna karar vermeliyiz ama elimizde istatiksel veriler, toplumsal araştırmalarla almalıyız bu kararı.

İngiltere örneğinden yola çıkarsak, süre kısıtlaması getirmenin kısa sürede fazla miktarda alkol tüketimi getireceğini mi düşünmeliyiz?

Tabii. Daha hızlı içiliyor ve şiddet, agresyon, hem kendisine hem çevresine zarar verme oranları artıyor.

‘Yüzde 80 içmez yüzde 5 ne yapsan içer’
İran’da alkollü içkiler 1979’dan bu yana yasak ama her yıl alkol tüketimi gittikçe artıyor.2012 yılında ülkeye 780 milyon dolarlık kaçak içki sokulmuş. Bu örnekten yola çıkarsak kısıtlamaların Türkiye’de alkol tüketimini artıracağını öngörüyor musunuz?

1995’ten beri okullarda önleme eğitimleri veriyorum. Sınıfın yüzde 80’i sizi ilgiyle dinler. Bunlar ne çok alkol içeceklerdir ne de uyuşturucu kullanacaklardır. O sınıftan çıktığımda derim ki, “Vay be ne önleme yaptım”. Bir de geri kalan yüzde 20 var. Yüzde 5’i ne yaparsanız yapın içecek. Yüzde 15’lik bir grup vardır ki, kararsızdır ve benim asıl hedefim onlardır. Alkol tüketimi bu grup için cazip hale geliyor. Yoksa o yüzde 80 zaten içmeyecek. Onlar bu kanunu destekleyecek ve diyeceğiz ki “Toplumun çoğunluğu bu kanunu destekliyor”. Al işte devekuşu sendromu!




5 Mayıs 2013

TPD'den 1 Mayıs'ta Yaşananlara Tepki

1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutlamak isteyen meslektaşlarımızın da içerisinde bulunduğu gruplara güvenlik güçleri tarafından yapılan müdahaleyi üzüntüyle izledik.

Taksim'e yürümek isteyen kitleye karşı girişilen müdahale, sadece fiziksel değil aynı zamanda psikolojik problemlerin yaşanmasını da tetikleyebilmektedir. Bu tür deneyimler müdahaleye maruz kalan bireyler, onların yakınları ve medya aracılığıyla bu tür görüntülere defalarca şahit olan toplumda korku, şiddet, güvensizlik ve çaresizlik duygularını harekete geçirerek toplumsal vicdan ve adalet duygusunda onulmaz yaralar açılmasına neden olabilmektedir.

Sosyal psikoloji çalışmaları, grupların karşılıklı olarak birbirlerinin davranışlarını etkilediklerini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla yürüyüş, gösteri gibi eylemlerde uzlaşma yolunun tercih edilmesi, 1 Mayıs'ta yaşanan ve istenmeyen davranışların benzer ortamlarda ortaya çıkmasının önüne geçecek ve bu şekilde toplum ruh sağlığının korunmasına katkıda bulunacaktır.

Türk Psikologlar Derneği olarak temel insan hakları olan ifade, örgütlenme ve gösteri haklarının şiddetle bastırılarak engellenmesini onaylamıyor ve şiddet uygulayıcıların bu eylemlerine yol açan yetkililerin bu konuda kendilerine düşen sorumluluğu üstlenmelerini talep ediyoruz.



Türk Psikologlar Derneği

Genel Merkez Yönetim Kurulu





4 Mayıs 2013

Çocukların Uyudukları Yerler

Fotoğrafçı James Mollison'ın, farklı ülkelerden ve farklı sosyo-ekonomik düzeylerden çocukları ve uyudukları yerleri fotoğrafladığı çalışması için tıklayınız.


2 Mayıs 2013

Kent Meydanı


Kent meydanları kentlinin gerek bireysel gerek toplanarak kendini ifade edebileceği, toplumu birbirine bağlayan, kent içinde çeşitli aktivite ve etkinliklerin gerçekleşmesine olanak sağlayan ortak, geniş toplanma alanlarıdır. Sahip oldukları fiziksel ve toplumsal özellikleriyle kent içinde simge oluşturarak kentin kimliğini yansıtırlar.

Kent meydanı parçası olduğu kentle fiziksel, sosyal, kültürel, tarihsel bağlamda parklarıyla, binalarıyla bir bütündür. Kentliler tarafından kendiliğinden oluşturulur, herhangi bir otorite tarafından belirlenemez. Dolayısıyla kentlinin içselleştirildiği kent meydanının sahip olduğu özellik ve işlevleriyle kullanıcıların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde korunarak düzenlenmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir.



30 Nisan 2013

Sanal Kitaplık



İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi


Nefret Suçları ve Nefret Söylemi İzleme Rehberi


Amargi Feminizm Tartışmaları 2011


Amargi Feminizm Tartışmaları 2012


Anti-Homofobi Kitabı 1


Anti-Homofobi Kitabı 2


Anti-Homofobi Kitabı 3


Sık Sorulan Sorular


Canım Ailem Öyküleri


Ne Hastalık, Ne Suç, Ne Günah.


Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Temelli İnsan Hakları İhlalleri İzleme Raporu 2012


Seçkinler ve Sosyal Mesafe


Ayrımcılık; Çok Boyutlu Yaklaşımlar


Türkiye'de Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları


Kadın Olma Halleri


Kadının El Kitabı Yasalardaki Haklarımız


Vicdani Ret Açıklamaları Almanağı 1989-2010


Türkiye'de Toplumsal Cinsiyet, Cinsellik ve İnsan Hakları


Irkçı Değilim Ama: Yazılı Basında Irkçı Ayrımcı Söylemler


Sosyal Politika Kavramları Sözlüğü


Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Hesaba Katabiliyor muyuz? 


Hep Yenik Başlama Duygusu - Türkiye'de Ayrımcılık Uygulamaları


Sivil Toplum Kuruluşları İçin Toplumsal Cinsiyet Rehberi


Sivil Toplumcunun El Kitabı


Uluslararası Af Örgütü İfade Özgürlüğünün Tam Zamanı Raporu


Yaşayan Gezegen Raporu 2012


Alzheimer Hasta Yakınlarına Öneriler