Bir çalışmada, katılımcılara mutlu ve mutsuz sonu olan iki hikaye verilmiştir.
Bu hikayeleri okuyan katılımcılar mutsuz sonla biten hikayeyi olumsuz olarak değerlendirmiş
ve hikayeden memnun kalmamışlardır. Katılımcıların çoğu mutsuz sonla biten hikayenin
yarım, eksik ve tamamlanmamış olduğunu söylemişlerdir. Hırsızlık, saldırı, çocuk kaçırma ve tecavüz
mağduru 100 kişiyle yapılan bir diğer çalışmada, saldırganların yanı sıra mağdurlara
da kınama ve suçlamada bulunulduğu belirtilmiştir. Farklı çalışmalarda ise insanların
kadınların giyimi, kozmetik kullanmaları, görünüşleri ile cinsel suç
olaylarında mağdur olma risklerinin arttığına inandıkları sonucu ortaya
çıkmaktadır.
İnsanların gözlemledikleri olaylardaki adaletsizliği meşrulaştırma
eğiliminin fark edilmesi sonucunda ortaya çıkan adil dünya inancı, 1960’larda Lerner tarafından hipotez
olarak sunulmuştur. İçinde yaşanılan belirsiz, karmaşık ve tehlikelerle dolu dünya
ile başetmek için kullanılan stratejilerden biridir. İnsanlar dünyayı temelinde
kontrol edilebilir ve öngörülebilir saymaktadırlar. İyilerin ödüllendirildiği,
kötülerin cezalandırıldığı ve sonunda herkesin hak ettiğini aldığı adil bir
dünyada yaşadıklarına inanmak isterler. Bu inanç insanların fiziksel ve sosyal çevrelerini düzenli ve kararlı
algılamalarını sağlamaktadır. Bu şekilde insanlar kendilerini belirsiz bir
geleceğin yaratacağı gerginlikten korumaktadırlar. Bu nedenle adil dünya inancı
insanlara beklenmedik
olayların kurbanı olmayacaklarını düşündürmektedir.
Adil dünya inancı, insanların mağdur
konumundaki kişileri neden suçlama eğilimi gösterdiklerini açıklamaktadır. İnsanlar adil dünya inançlarını
zedeleyecek olumsuz bir durumla karşılaştıklarında o olayın kurbanını suçlama, başarısızlıklarından veya
hatalarından dolayı o kişiyi sorumlu tutma eğilimindedirler. Örneğin cinsel
taciz vakalarında adil dünyaya inananlar, mağdurun olayı kışkırttığını ya da farkında
olmadan onu bu olaya götürecek şeyler yaptığını ve bu olayın öngörülebileceğini
savunurlar. Tacize uğrayan bir kadının, bu tacizin en azından bir bölümünden
sorumlu olduğuna ve bunu önleyecek bir şeyler yapma imkanına sahip olduğuna
inanırlar. Böylece mağdurun maruz kaldığı olayın kendi başlarına gelme
olasılığını bertaraf etmiş olurlar. Aynı şekilde AIDS hastalarının büyük bir
bölümünün uyuşturucu kullanımı, homoseksüel ilişki gibi nedenlerden dolayı bu
hastalığa sahip olduklarına inanılmakta veya herhangi bir kaza geçirmiş kişilere
haksız bir sorumluluk yüklenmektedir. Böylece insanlar, bu tür hastalıkların
veya kazaların kendi başlarına gelmeyeceği inançlarını dile getirmektedirler.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil