7 Mart 2012

Röportaj: Sosyal Psikolog Duygu BUĞA / 14.12.2011

1- Öncelikle kendi ağzından Duygu BUĞA' yı tanıyabilir miyiz?

1979 İzmir doğumluyum. Kendi isteğimle girdiğim Ege Üniversitesi Psikoloji bölümünden 2002 yılında mezun oldum. Tezimi Sosyal Psikoloji alanında yakın ilişkilerde istikrar, bağlanma stilleri ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerine yaparak 2009 yılında Ankara Üniversitesi’nde yüksek lisansımı tamamladım. Lisans mezuniyetimden bu yana birçok kurumda Psikolog olarak çalışmakla birlikte, 2007’den beri Hürriyet Gazetesi ‘Aile İçi Şiddete Son’ kampanyasında çalışıyorum.

2- Psikoloji öğrencilerinin üniversite yıllarında genellikle yöneleceği alanı belirleme hususunda sıkıntılar yaşadığını biliyoruz. Siz eğitim sürecinizde bu noktada herhangi bir kararsızlık yaşadınız mı? Sosyal Psikoloji alanında uzmanlaşma kararına nasıl vardınız?


Ben de her Psikoloji bölümü öğrencisi gibi “Ben büyüyünce Klinik Psikolog olacağım” diye okula başladım. Ancak lisans eğitimim sürecinde fikrim değişmeye başladı. Sanırım beni ilk etkileyen Prof. Dr. Melek Göregenli hocam oldu. Birkaç dersine girdikten sonra “Ben büyüyünce Melek Hoca” olacağım demeye başladım. Yine lisans dönemimde mümkün olduğunca çok eğitime, seminere, konferansa ve kongreye katılmaya çalıştım. Bunları takip ederken de beni cezbeden konuların daha çok Sosyal Psikoloji alanına girdiğini keşfettim. Sonuç olarak keyif aldığım bir işin beni daha başarılı kılacağını düşündüğümden, uzmanlaşmak için tereddütsüz bu alanı tercih ettim.
 3- Çalışmalarını Sosyal Psikoloji alanında yoğunlaştırmayı planlayan arkadaşlarımıza tecrübeleriniz ışığında üniversite yıllarında neler yapmalarını önerirsiniz?

Hangi alanı düşünürse düşünsün, herkesin lisans eğitimi sürecinde mümkün mertebe faal olmasını tavsiye ederim. Kulüpler, söyleşiler, seminerler, stajlar, özellikle de öğrenci kongreleri takip edilmesi gereken faaliyetlerden birkaçı bence. Zamanı iyi değerlendirip Psikoloji alanında bu tarz etkinliklere katıldıkça; ilginizi çeken, size keyif veren alan daha çok netleşiyor. Yine ilginizi çeken konularda gönüllü çalışmalar yaparak hem alanı daha iyi keşfetme şansınız oluyor, hem de gelecek için deneyim kazanmış oluyorsunuz.

4- Şuanda üzerinde çalışmakta olduğunuz ve Sosyal Psikoloji kapsamındaki mevcut sorunların çözümüne yönelik 'mutlaka gerçekleştirmeliyim' dediğiniz, hayalini kurduğunuz bir projeniz var mı?

4 seneyi aşkın bir süredir aktif olarak ‘Aile İçi Şiddete Son’ projesinde çalışıyorum. İleride de “kadın” veya “aile” ile ilgili projelerde çalışmaya devam etmeyi düşünüyorum. Hayalini kurduğum bir proje var mı? Evet var. Alanımla ilgili değil, ama sokak kedileri ile ilgili bir proje yapmayı çok istiyorum. Birçok kişi, hatta yakın dostlarım bile “Hayvanları doğalarına bırak!” diyorlar, ancak maalesef artık doğa diye bir şey kalmadı. Sürekli araba altında kalma, açlıktan ölme riskiyle burun buruna yaşayan sokak hayvanları için bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyorum.

5- Şiddet eğiliminin altında sizce ne gibi sebepler yatmaktadır? Bu eğilimin eyleme dönüşmesini tetikleyen durumlar nelerdir?

Şiddet eğilimi dediğimiz, aslında Adli ve Klinik Psikologların konusu. Ancak Sosyal Psikolog olarak şunu söyleyebilirim, şiddeti nasıl uygulayacağını birey %70 oranında ailede öğreniyor. Özellikle duygularını ifade edememe, çatışma çözme becerilerine sahip olmama, toplumsal cinsiyet rolleri ve toplumun şiddeti onaylaması, şiddete izin vermesi gibi etkenler bu eğilimin eyleme dönüşmesine olanak sağlıyor. Ayrıca alkol-madde bağımlılığı ve bazı psikolojik rahatsızlıklar aynı şekilde şiddet eğilimi olan kişilerin şiddet göstermesini kolaylaştırıyor. Burada şunu belirtmekte fayda var; şiddetin hiçbir gerekçesi olamaz, ancak bahanesi olabilir. Hiç kimsenin; ekonomik sıkıntısı var, problem çözmekte başarısız oluyor diye hiç kimseye şiddet uygulamaya hakkı yoktur. Aynı şekilde hiç kimse ne yaparsa yapsın şiddeti hak etmez, hiçbir gerekçe şiddeti haklı göstermez.

6- Aile içi şiddet başlığını kadına ve erkeğe yönelik şiddet şeklinde ikiye ayırdığımızda
%97.1'lik bir oran ile kadınların mağduriyetinin çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Buradan hareketle erkeklerin bu konuda tam anlamıyla sınıfta kaldıklarını söyleyebilecekken, diğer tarafta 'Biz de varız' gibi kadınlara uygulanan şiddeti önlemeye yönelik başarıyla sürdürülen bir mücadeleyi takdir ederek, hayranlıkla takip ediyor; burada ciddi bir duruş, yaşayış farkı olduğunu düşünüyoruz. Bu farklılığın temel sebepleri sizce neler olabilir?

Kadınların daha çok ‘mağdur’, erkeklerin ise ‘uygulayıcı’ olarak karşımıza çıktığı bir tablo söz konusu. Bunun nedenlerinden biri, toplum tarafından bireylere öğretilenler diye düşünüyorum. Kadına eşine hizmet et, ona saygılı ol, ne yaparsa yapsın sesini çıkarma gibi öğretiler dayatılırken; erkeğe de ‘kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme’ öğretisi sunuluyor. Bugüne kadar aile içi şiddetle mücadele; daha çok feminist bir mücadele, kadının kadına hizmeti olarak görüldü. ‘Biz de varız’ hareketi, erkeği bu mücadeleye dâhil ediyor ve bunun çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde dünyada “White Ribbon” diye bir kampanya devam ediyor. İlgilenenler internetten araştırabilirler.

7- İleride aile içi şiddet, özellikle çok daha sık rastladığımız kadına yönelik şiddetle alakalı hepimizi derinden etkileyen ve üzen günümüzdeki acı tabloların benzerlerini görmemek için toplumun en küçük birimi olan ailede neler değişmelidir?

Çocuğun, doğum öncesinden başlayarak şiddete maruz ve seyirci kalmaması birçok şeyi değiştirebilir. Dediğim gibi insanlar şiddeti %70 oranında aileden öğreniyor. Bundan 5-6 yıl önce Ankara’da yine bir söyleşi için gittiğim ilköğretim okulunda velilerden biri, çocuğunun sınıf arkadaşlarına şiddet göstermesinden yakınmıştı. Peki, siz evde çocuğunuzun istemediğiniz bir davranışını gördüğünüzde ne yapıyorsunuz diye sorduğumda: “Kulağını çekiyorum.” diye cevap vermişti. Kendisine veya aile bireylerinden birine şiddet uygulanan evlerde çocuklar şiddeti; bir iletişim ve problem çözme yolu olarak öğreniyorlar. Anne ve babaların bu konuda bilgilendirilmeleri ve davranış değişikliği yolunda destek almaları çok önemli.
8- Türkiye aile içi şiddetle mücadele konusunda dünya ile kıyaslandığında hangi noktada? Bu alanda uygulanan devlet politikalarını ve dernek çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de bu alanda çok fazla yol katedilmiş durumda, bunu göz ardı etmemek lazım. Ancak özellikle devletin yürüttüğü çalışmalarda çok daha kalifiye elemanların çalışması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca hem devlet, hem dernek çalışanlarının düzenli süpervizyon alarak tükenmişlik yaşamalarının engellenmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra, aile içi şiddetle ilgili kanun düzenlemesi gibi kâğıt üzerinde yapılan iyileştirme çalışmalarının uygulamaya geçilmediği sürece eksik kaldığına inanıyorum. Devlet bu konuyla ilgili ciddi kararlar alıyor, ancak bu kararların uygulanması bazında eksiklikler yaşanıyor. Uygulayıcıların bilgilendirilmesi ve takip edilmesi çok önemli.

9- Şiddete maruz kalan bireylerin ve şiddet gören birine yardım etmek isteyenlerin kısaca neler yapabileceğinden bahseder misiniz?

Aile içi şiddet sadece bir ‘aile meselesi’ değildir, suçtur. İlgisiz veya sessiz kalmak yerine, şiddete maruz kalan yakınınıza destek vermeniz çok önemlidir. Her sorunun cevabını bilemeyebilirsiniz, yine de ona yardımcı olmak istediğinizi belirtmeniz, onu dinlemeniz, şiddet hakkında ona doğru bilgi vermeniz ve çözüm yolları konusunda düşünmesine yardımcı olmanız, yakınınızın yalnızlık ve çaresizlik duygusunu azaltacaktır. Onu konuşmak için zorlamayın, ayrıntılı sorular sormayın, size kendi istediği kadar açılmasına izin verin. Onu suçlamayın, korkusunu küçümsemeyin, yargılamayın. Sık sık ziyaret edin veya davet edin, onunla bağlantınızı koparmayın. En önemlisi de ona hayatı ile ilgili ne yapması gerektiğini siz söylemeyin, kendi kararlarını kendisinin vermesine izin verin.

10- Röportaj öncesinde hakkınızda araştırma yaparken; bembeyaz, sevimli mi sevimli bir kedi ile fotoğrafınızı görünce, hayvansever biri olduğunuz sonucuna vardım. Türkiye'de hayvanlara yönelik şiddeti önleme maksadıyla yürütülen faaliyetleri nasıl yorumluyorsunuz? Sizin; yüreklerimizi (neredeyse her gün) burkan vahşetleri önlemeye yönelik fikirleriniz var mı?
Maalesef günlük hayatta en sık karşılaştığım şeylerden biri, annelerin çocuklarına hayvanların tehlikeli ve pis canlılar olduklarını öğretiyor olmaları. Küçük çocuklar hayvanlara sevgi ve ilgiyle yaklaşırlar, ancak yetişkinler onlara korkuyu ve iğrenmeyi öğretirler. Bu yüzden çocuklara küçük yaştan itibaren hayvan sevgisinin aşılanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Birkaç yıl öncesine kadar, benim için hayvanlar öylesine canlılardı. Korku veya tiksinme gibi bir duygum yoktu, ama çok da önem verdiğim söylenemezdi. Ne zaman ki bir süre iki kedisi olan bir arkadaşımla yaşadım, o zaman onların da birer ruhları, karakterleri olduğunu keşfettim. Ondan sonra da tam bir hayvan aşığı oldum. Şimdi biri bembeyaz bir Ankara kedisi olan Kömür, diğeri sokakta bulduğum Zeynep Kamil ile aynı evi paylaşıyorum ve onlarsız bir hayat düşünemiyorum. Uzun lafın kısası, daha küçük yaşlarda hayvanlarla temas etme şansını yakalayan çocukların ileride hayvan sever birer birey olacaklarına inanıyorum.

11-Son olarak üniversitemiz ve kulübümüz hakkında izlenim, duygu ve düşüncelerinizi bizlerle paylaşır mısınız?

Daha yolda gelirken doğanın güzelliği zaten sizi çok etkiliyor. Yeşilin içine dalıp gitmişken birden karşınıza modern binalarıyla kampüsünüz çıkıyor. İkisinin uyumundan çok etkilendiğimi söylemeliyim. Ayrıca gerek beni karşılayan kulüp üyeleri, gerekse söyleşiye katılan öğrenci arkadaşlar pırıl pırıl, dinamik gençlerdi. Sunumu sonuna kadar dinleyip, soru ve yorumlarıyla seminere renk kattılar. Herkese buradan ilgi ve katkıları için çok teşekkür ediyorum.

Bizleri kırmadığınız, sorularımızı içtenlikle ve sabırla cevapladığınız için biz de teşekkürü bir borç biliyor, başarılarınızın devamını diliyoruz.

Pınar Cansu BAYCAR
PsikoMedya Röportaj Sorumlusu

http://www.psiko-medya.com/2011/12/roportaj-sosyal-psikolog-duygu-buga.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder